Geçmiş merakımız çok yalın olabilir, örneğin bizi büyüten insanlar vefat
ettiklerinde, herşeyin eskil bir halden başka bir hale dönüştüğünü
hissedebiliriz ve bu dönüşüm anksiyetenin tetikleyicisi der, psikayatrler. Bu
durumun tersi gerçekleştiğinde, yani geçmişe dair pek çok şey yanımızda
sürüncemede kaldığında ise depresyonun tetikleyicisi der psikyatrler. Her iki
durumda pek istenilecek haller değil. Ancak bu hallerden oluşan bir şey var, o
şey ki günlük yaşantımızı etkilediğinde “şey”e dönüşür. Yani Gotik Mimarinin
belkide Horror Vacaui dediği bu olsa gerek, bu şeylerin toplamı
“Boşluk Korkusu” Horror Vacaui.
Borges bu antik sürecin içerisinden düş ile gerçeği birebir yazan bir
yazar gibi gelmiştir bana hep, yani süreci doğru değerlendirmek diye sözüm ona
moda bir tümce var ya işte o. Bir de her iki sürecin arasında gezinen adına aşk
dedikleri bir oluşum var ki, bu oluşumu da sağlıklı bir sürecin içerisinde
görmek için çabalar dururuz, evet karşılıklı olduğunda yani “o kadın” “o
erkek”i bu süreçlerin içerisinden kurtarabilir, evet, birazcıK eğitimli dost
psikoloğunuz olarak, binlerce yıldır bu süreç bu halden hale atlamalarla
gerçekleşmiştir. Bir arkadaşım “Leyla ve Mecnun” için alegori demişti, haklılık
payı var, bir de emekle, uzun süren yalnızlıklardan çıkmak vardır ki, dilin
kıyısına doğru, dile ulaşarak varılan sonuç vardır derler, bilincin en keskin
hali, Cennet’den kovulmama hali. Gene bir Cuma günü geçirdim, minare eski,
kubbe yıkılmak üzere, yana yakıla tutsağız. Kış iyidir, ancak il yazım, soyumun gömütü, kayıplarım, ilk yazımın yeşil gözleri, gelecek korkum var.