Yazmasanız da olur, fotoğraf çekin, yazmasanız da olur marangoz olun,
yazmasanız da olur kendinize başka bir uğraş bulun, o “şey”le ilgili. Okula
gittiğiniz ilk günden beri, becerebildiğiniz en iyi iş yazı diye (başardığınız
da muğlak, yalnızca beceriyorsunuz içgüdü belki sizin için yazı), iki satır
başka yazarların, şairlerin yazdıklarını okumadan yazmayın. “Yazmasam
Çıldıracaktım” a gerek yok, Wittgenstein’ın dediği gibi, “O şeyi rahat bırak”malı
belki “çıldıracak” olanlar. Yazdıklarınızın çoğu zaten, küflenmiş, eprimiş bir
yerden sesleniyor, fark etmeden çürümüşsünüz, benimsemişsiniz küflenmeyi. Bilim
olmadan yazı olmaz, felsefe olmadan yazı olmaz. Özgün (Rafine) bir yazının
“normal”i yoktur, çünkü “normal” yasalar, dizge ve geleneklerle oluşur. “Rafine”
bir yazı bu “normal” yaşantının içinde, ezilenleri, mutlu azınlığı, içinizdeki
başarıyı veya hüsranı görerek oluşur, bu da “normal” değildir, meydana gelen
yazıda. Zaten “normal” bir şiir, bir roman cümlesi karşılıklı uzlaşmanın,
konuşmanın “ürün”üdür. Yazmak bir şeye kendini acındırmak olan “meta” ile
bağdaşmaz.
Onurlu bir iştir yazı, küçük dünyanızın içerisinde ayrıksı kalandaki yüce
ülkü. Belki bu ülkü yerin dibine bir şeyin geçirilerek ortaya çıkmasına
aracıdır, belki de nice zamandır karşınızda duruyordur, birden yüceliğini fark
edersiniz olanın, yazının, görüngünün. Sizden farklıdır, birden tüketilen
değildir o yüzden yazı. O yazı bir şeyse bile, “şey” olan bazen yalnızca
düşüncede var olur, var olan “şey” düşüncede var olan “şey” kutsal olabilir.
Yazmayın, ne olur yazmayın, sizden ricam neyi nasıl anlatıyorsunuz, ant
içtiğiniz “şey” ne, veya bu ant içtiğiniz “şey” gerçekten idealiniz mi? Öteki
sizden daha mı yüce, böyle olur yazı, biraz içrektir, hepsi bundan ibaret.