Benim bir
kuzgunum var: Sürekli olay çıkarır; aslında onunla tanışmamız çok eskil bir
hikayedir, hayır hayır şu Nuh’un gemisiyle ilgili olan değil, beni onunla Anka
adlı bir acayip yaratık tanıştırdı, şimdi çok uzaklarda bu Anka denen yaratık,
bazı şeylerin bizde izi kalıyor.
Bu kuzgunu bana bıraktığında
içimdeki pek çok şeyin onda olduğunu söyledi, buna eskillerin pathos
diyebileceğini de sözlerine ekledi Anka. Ben en çok bu kuzgunla Ankara’dan
konuşurum. Ankara olunca da hani siyasetten falan değil konuştuklarımız, zaten
siyasetten de pek anlamaz kuzgun. Anladığını var sayar ama daha çok karşıt görüşler
hakkında bağırır çağırır, hep kendini kollar. Ancak bu kuzgunun en iyi anladığı
şey parlak güzel ve kaybolmasına asla izin vermeyeceği şeylerdir, bir de
Güneş’li havalar, dere kenarları…
Bu da öyle bir şey işte asla
kaybolmasına izin vermeyeceğimi bildiği bir kız hakkındadır, zaten ondan başka
da kimseye bahsetmedim bundan, bahsetmeyeceğimi de bilir. O yüce değerlerden
daha değerli bir şeye inandığım için bu huyumu bir keresinde takdir ettiğini
söylemişti, ne de olsa bencildir kuzgun, gene de ben ona pek güvenmem, yanımda
olduğunu söyler hep. Ancak bir tek o anladı beni, bir keresinde dedi ki;
ayaklarımızı yere sağlam basmalıymışız, Nuh’a ondan dönmemiş, onun çıkardığı
sele hiç inanmamış, içimizdeki seli başka biri var etmeliymiş, Eymür’den
olduğumu ve ayaklarımı yere o yüzden sağlam bastığımı bilirmiş, ondan güvenmiş
bana, ya da içimde parlayıp duran bir şey...