Bundan epey yıl önce yazılmış, yayımlanmış. (Eylül 1995). O yaşta aklımca, bir yığın kelime öğrenmiş, Osmanlıca kelime merakı sarmıştı, beni. Osmanlıca bir sözlük almış kelimeleri merakla inceliyordum, neden sonra bu merakımdan vazgeçtim. Ancak o yaşımda, dışarısı(taşra), içerisi(Kent) arasındaki kaybın, hala sürdüğünü görmek, tuhaf; ve şimdiye dek örneğiyle karşılaşmadığım bir anlatı, belki birilerinin ilgisini çeker….
KORKU (T)ELİ
Postnişin düşüncelerimi hadım etmeye çalışırken, Müşavir Sokağı’ndaydım. Neden burası bilmem. Gece boyunca dağıtılan içkiler, et kokusu, hafif sarhoşluk belli ki buralara kadar sürükledi.
Turkuaz Bahçesi’ne doğru ilerledim. Velüdlüğün Görüntüsü: İki Ay, İki Güneş, hangisini daha çok seviyorum, Puşt muydu bunlar?
Haddeden geçirerek ele aldığım bu düşünceler karşıma çıkan soytarı renkli kişiliklerle boğuldu. Yecüc Mecüc’e bırakacakları kısır düşünceleri ve pis bıyıklarıyla sırıttılar. Yumrukladılar. “kanından gölgen damlıyor ey sâki buluruz biz seni” Fuzuli’nin rind dediği zaman bile olsa buluruz seni, -Kırmızının beyaza ulaşan rengi gömleğimdeydi- şimdi yüreğini hadım edeceksin, ha şunu unutma, hangi şair mutlu ölmüş ki? Belli belirsiz olmadan gözyaşları.
Esrikliği: Kan bağımlısı yarasa, sırıtkan görünüşler yeniden doğuruyor. Kısa düşüncelerle sızan akla bıraktım yerli yersiz anlatılarımı. Onlar doğanın parçasıydı.
Zamana kuşku duymuyorum. O Dirlik Suyu’nun tükürükle birleşmesini, ikincil kuşun çıplaklığını, kısa saçlı kızı sevmek gibi, yani anlamsız ve pusludur. İklimli notlara ilişmek, yüreğimin sesini bastırmadan sessiz sessiz öykünmek, sağa sola kaykılmak. Gördüğüm düşler, anlatılarım, sensizlikte kaybolan eski tarihin notları, en yağışlı zamanımdır diyor, dönmeden….
Birkaç Üstübeç artığı: Yarattıklarımın acısını çekerken, temiz bir nefes almak isterdim diyor. Bense ırgatlığı ikinci mevsim olarak seçtim. Kibele Tarihi’ni yazmak, şairliği en uygun öykünmeyle tamamlamak, ikinci mevsimin değirmeniydi. Mumun gözleriyle bakmak boşuna.
Asilik İstibdâd Yönetimi’nden arda kalan burunla bir otobüs de, kağnı gibi yürüyen yüreğimde.
Yangınlar yangınlara çöl oldu. O sudan içmeye çalışmam, ne zaman geleceğini bilmediğim tütsü kokusu dirilmeme yardımcı olmuyor.
Dışarıdaki görüntüler kör. Bir küfe: Sırat kenarları, uzun bir ayakkabı bağını alacak kadar densiz, içinden dışına vuran beyazlık kefen. (Gün gün ölmek, mumu ışığını gün gün hissetmeki avuç avuç atılan yumrukları gün gün saymak.)
Bıraktığım yerde hâlâ rindane sesten çıkan düşünceler. Karton gibi yuvarlanan yüreğimi yağmur tanelerine batırmadan, sivri bir yatkınlıkla, ağlama duvarımı incitmeden, yüreğimi hadım etmeyeceğim, şiir ne kadar sessi olsa da.
Vakanivüs Notu:
Meyhane köşelerinde ilkintili bir tomurcuktur
taşralı gözyaşı
ki yazlardan yaza bakarken
düşen zamanda mutluluğu aradı.
Bazen:
izin olsa tutunurdu omuzlarım
dayanırdım sevgiye, dedi.
KORKU (T)ELİ
Postnişin düşüncelerimi hadım etmeye çalışırken, Müşavir Sokağı’ndaydım. Neden burası bilmem. Gece boyunca dağıtılan içkiler, et kokusu, hafif sarhoşluk belli ki buralara kadar sürükledi.
Turkuaz Bahçesi’ne doğru ilerledim. Velüdlüğün Görüntüsü: İki Ay, İki Güneş, hangisini daha çok seviyorum, Puşt muydu bunlar?
Haddeden geçirerek ele aldığım bu düşünceler karşıma çıkan soytarı renkli kişiliklerle boğuldu. Yecüc Mecüc’e bırakacakları kısır düşünceleri ve pis bıyıklarıyla sırıttılar. Yumrukladılar. “kanından gölgen damlıyor ey sâki buluruz biz seni” Fuzuli’nin rind dediği zaman bile olsa buluruz seni, -Kırmızının beyaza ulaşan rengi gömleğimdeydi- şimdi yüreğini hadım edeceksin, ha şunu unutma, hangi şair mutlu ölmüş ki? Belli belirsiz olmadan gözyaşları.
Esrikliği: Kan bağımlısı yarasa, sırıtkan görünüşler yeniden doğuruyor. Kısa düşüncelerle sızan akla bıraktım yerli yersiz anlatılarımı. Onlar doğanın parçasıydı.
Zamana kuşku duymuyorum. O Dirlik Suyu’nun tükürükle birleşmesini, ikincil kuşun çıplaklığını, kısa saçlı kızı sevmek gibi, yani anlamsız ve pusludur. İklimli notlara ilişmek, yüreğimin sesini bastırmadan sessiz sessiz öykünmek, sağa sola kaykılmak. Gördüğüm düşler, anlatılarım, sensizlikte kaybolan eski tarihin notları, en yağışlı zamanımdır diyor, dönmeden….
Birkaç Üstübeç artığı: Yarattıklarımın acısını çekerken, temiz bir nefes almak isterdim diyor. Bense ırgatlığı ikinci mevsim olarak seçtim. Kibele Tarihi’ni yazmak, şairliği en uygun öykünmeyle tamamlamak, ikinci mevsimin değirmeniydi. Mumun gözleriyle bakmak boşuna.
Asilik İstibdâd Yönetimi’nden arda kalan burunla bir otobüs de, kağnı gibi yürüyen yüreğimde.
Yangınlar yangınlara çöl oldu. O sudan içmeye çalışmam, ne zaman geleceğini bilmediğim tütsü kokusu dirilmeme yardımcı olmuyor.
Dışarıdaki görüntüler kör. Bir küfe: Sırat kenarları, uzun bir ayakkabı bağını alacak kadar densiz, içinden dışına vuran beyazlık kefen. (Gün gün ölmek, mumu ışığını gün gün hissetmeki avuç avuç atılan yumrukları gün gün saymak.)
Bıraktığım yerde hâlâ rindane sesten çıkan düşünceler. Karton gibi yuvarlanan yüreğimi yağmur tanelerine batırmadan, sivri bir yatkınlıkla, ağlama duvarımı incitmeden, yüreğimi hadım etmeyeceğim, şiir ne kadar sessi olsa da.
Vakanivüs Notu:
Meyhane köşelerinde ilkintili bir tomurcuktur
taşralı gözyaşı
ki yazlardan yaza bakarken
düşen zamanda mutluluğu aradı.
Bazen:
izin olsa tutunurdu omuzlarım
dayanırdım sevgiye, dedi.