
Şimdi, Reims’e değinirken, aklım bir karşılaştırmaya gitti, Süleymaniye karşılaştırması. Aslında eskiden beri bu tarz karşılaştırmalar yapılır. Bu karşılaştırma, beğeni düzeyiyle, veya bir ırkın güzellemesiyle ilgili değil, tamamen kişiliğimle ilgili.
Bundan yıllar önce, iki bin altı yılında, Hürriyet Gazetesi, Dünyanın Yedi Harikaları, arasında bir karşılaştırma yapıyordu. Ayasofya’mı Süleymaniye’mi diye soruyordu okurlarına, hangisi, harikalar arasına girmeli, öylesine karşılaşmıştım, bu karşılaştırmayla.
Ayasofya ile Süleymaniye’nin karşılaştırılması Statik açıdan anlamsızdır. Ancak bir kültürün açılımının en güzel, en gösterişli ifadesidir. Semavi Eyice, Süleymaniye’yi savunmuştur, doğrudur, ben de Süleymaniye’yi savunurum, savunmuştum. Ancak, bu savunma, onun, yapının, statik, estetik harikası olmasıyla ilintilidir.
Yapı öylesine bir dinginlik verir ki, adeta yapı, havalanacak, içindekileri de beraberinde götürecek gibidir. Ayasofya ise kunt duruşuyla, basık görüntüsüyle, biraz soğuk kalır.
Süleymaniye, Ayasofya’nın uzak, en gelişmiş akrabasıdır. Plan şeması, yapının desteklerinin geliştirilmesi, bunu kanıtlar.
Günümüzde ise tuhaf öykünmelerle, hatta Ankara’nın göbeğine dikilen zevksizlik örnekleriyle, bu yapıların, akrabaları olmayan, gen teknolojisiyle aparılmış örnekleri çeşit çeşittir. Sinan’a öykünseler neyse, o bile yok.