Görsel sözcüğü haliyle, tek yönlü, ışığın katkılarıyla oluşan bir temsildir. İfade etmekten uzak bu sözcük kendini yeniden nerede, nasıl oluşturacak, mimesis (yansıma), olmaktan kurtulabilecek mi, nasıl uzaklaşacak: Esasında fotoğraf veya resimde belirlenen ‘çerçeve’ o kadar durgun değildir. İzlenimcilik’e tepki olarak gelişen, Yeni İzlenimcilik veya Gerçekçilik’e tepki olarak oluşan İzlenimcilik gibi birbirinin devamı olan akımlar göz önüne alındığında, resmin, fotoğrafın, görsel yaklaşımın, birden fazla akımın oluşumuyla meydana geldiği ve kendini durağanlıkla tarif etmediği görülür. En azından sözcüğün yeniden adlandırılmasında.
Deleuze’nin yersiz bir izlekle oluşturduğu tamamen düşüntü (ütopik), bağlamda yer alan, Arzu Politikası, -kendileri ve yandaşları yadsısa da…- Post Modern izleğin oluşmasına katkı sağlayan, usu neredeyse yok sayan görüşleri, ne yazık ki yeni akımların oluşmasına katkı sağlamayacak –hâlâ akımların gereği tartışılıyor mu, sanatın tarihi nerede oluşur-, tersine İngilizler’in sınıftan –Deleuze, sınıf fikrinin artık kalmadığından ısrarla bahseder, O, sınıfın ancak ‘Arzu’ ile oluştuğunu belirtir…- sınıf bilincinden uzak duran şiiri ve son zamanlarda popüler sinemasıyla –Harry Potter- , Amerikalılar’ın tam anlamıyla Deleuze’ye ve görüşüne katkı sağladıkları Matrix gibi filmlerin, romanların önünü açacaktır. Şiirde ise görülen kekemelik –minor politika- görüntünün iyice bozulması, bilincin ‘kör’ edilmesi görsel yaklaşımın önemini bir kez daha ön plana taşıyacaktır.
Zamanın hız çağı olduğunu, her şeyin tüketildiğini varsayan ve bunu kapitalin zorunluluğuna bağlayan, gereği olduğunu ileri sürenler, görselden uzaklaşarak, -doğrudan kurgu olmayan- algılayan bile olmadan/olamadan, kökenlerini Bergson’da bulan zaman kavramıyla, Deleuze’de doruk noktasına ulaşan, sanat yapıtını neredeyse görecelik kuramı ile tarif edecektir. Bu da ilk dikkatsizlikte ışığın önemsizliği ile kendini oluşturacaktır, -ışık olmak ne denli tutarlı, bilimsel verilerle bakıldığında- oysa ışık kendi kendini tanımlamaz, kaybolmaya yüz tutan, cisimler, binalar görselin anlamıyla yeni yerine kavuşur.
Görselin, görmenin, görme biçimlerinin dikkatli duruşu –bu sanatın doğrudan bilgisini değil, yer ile ilgilidir, tarih bilgisini de gerektirir, sanat tarihi burada devreye girer- sanata, çok özelde görsel şiir ve şiire katkıları “gerçek” kişilerin Arzu Politikaları’nda değil, ereklerin, birlikteliklerin “çirkin” olmayan dünyasında “var” olacaktır.
Deleuze’nin Arzu makineleri –bilinç dışının işleyen bileşenleri-, görselliğini “hayali” filmlerde –bugünlerde Avatar- değil, uygulayımda hiç değil, “gerçeğin” görüntüsünde şiire dönüştürür, şiir ister görsel olsun ister, kelime kekemeliği “yapı”da oluşturmaz, evet fazla karışık olan Deleuze’nin görüşü, temelde belki “iyi” niyetle oluşturulmuş gibidir ancak, bilginin ötesine gidemeyen, tarihi, sanatı, neredeyse imgeye indirgeyen, niyeti bu olmasa da görseli yok sayan bir görüştür, görsel yaklaşım yeğinlikle buna karşı çıkar.
Not: Uygulayıma, yersiz-yurtsuzluğa, karşı değilim ancak, bunu bir kılgı ya da işleve dönüştürmek, kimsenin haddi değil…
Deleuze’nin yersiz bir izlekle oluşturduğu tamamen düşüntü (ütopik), bağlamda yer alan, Arzu Politikası, -kendileri ve yandaşları yadsısa da…- Post Modern izleğin oluşmasına katkı sağlayan, usu neredeyse yok sayan görüşleri, ne yazık ki yeni akımların oluşmasına katkı sağlamayacak –hâlâ akımların gereği tartışılıyor mu, sanatın tarihi nerede oluşur-, tersine İngilizler’in sınıftan –Deleuze, sınıf fikrinin artık kalmadığından ısrarla bahseder, O, sınıfın ancak ‘Arzu’ ile oluştuğunu belirtir…- sınıf bilincinden uzak duran şiiri ve son zamanlarda popüler sinemasıyla –Harry Potter- , Amerikalılar’ın tam anlamıyla Deleuze’ye ve görüşüne katkı sağladıkları Matrix gibi filmlerin, romanların önünü açacaktır. Şiirde ise görülen kekemelik –minor politika- görüntünün iyice bozulması, bilincin ‘kör’ edilmesi görsel yaklaşımın önemini bir kez daha ön plana taşıyacaktır.
Zamanın hız çağı olduğunu, her şeyin tüketildiğini varsayan ve bunu kapitalin zorunluluğuna bağlayan, gereği olduğunu ileri sürenler, görselden uzaklaşarak, -doğrudan kurgu olmayan- algılayan bile olmadan/olamadan, kökenlerini Bergson’da bulan zaman kavramıyla, Deleuze’de doruk noktasına ulaşan, sanat yapıtını neredeyse görecelik kuramı ile tarif edecektir. Bu da ilk dikkatsizlikte ışığın önemsizliği ile kendini oluşturacaktır, -ışık olmak ne denli tutarlı, bilimsel verilerle bakıldığında- oysa ışık kendi kendini tanımlamaz, kaybolmaya yüz tutan, cisimler, binalar görselin anlamıyla yeni yerine kavuşur.
Görselin, görmenin, görme biçimlerinin dikkatli duruşu –bu sanatın doğrudan bilgisini değil, yer ile ilgilidir, tarih bilgisini de gerektirir, sanat tarihi burada devreye girer- sanata, çok özelde görsel şiir ve şiire katkıları “gerçek” kişilerin Arzu Politikaları’nda değil, ereklerin, birlikteliklerin “çirkin” olmayan dünyasında “var” olacaktır.
Deleuze’nin Arzu makineleri –bilinç dışının işleyen bileşenleri-, görselliğini “hayali” filmlerde –bugünlerde Avatar- değil, uygulayımda hiç değil, “gerçeğin” görüntüsünde şiire dönüştürür, şiir ister görsel olsun ister, kelime kekemeliği “yapı”da oluşturmaz, evet fazla karışık olan Deleuze’nin görüşü, temelde belki “iyi” niyetle oluşturulmuş gibidir ancak, bilginin ötesine gidemeyen, tarihi, sanatı, neredeyse imgeye indirgeyen, niyeti bu olmasa da görseli yok sayan bir görüştür, görsel yaklaşım yeğinlikle buna karşı çıkar.
Not: Uygulayıma, yersiz-yurtsuzluğa, karşı değilim ancak, bunu bir kılgı ya da işleve dönüştürmek, kimsenin haddi değil…