Bilinç ne denli önemli. Gece!

Pedogoji ve Müze

Başlığa bakıp da aldanma ey okur, -varsa okuyan tabii-, konumuz eğitim, uydurma ya da Post modernitenin getirdikleri değil, hayat, memat meselesi…


Eğitim dizgemizi ikiye ayırabiliriz, pedogolojiyi alan öğretmenler, almayanlar. Almayanlar, genelde, müphem kişiler, o nedenle öğretmen değiller. Sınava girip yetmiş puanın üstünde alırlarsa, belki öğretmen olurlar, ama siz inanmayın müphem kişilere, onlar gırgırına okurlar. Eğitime ayakkabı bulan, siyasilerimiz, ve onların çok sevgili yardımcıları, el birliği ile bu oyunu gerçekleştirdiler –gırgırına okuyanları-. Özetle, son söylenecek şeyi ilk söyleyeyim, öğretmen olmak istiyorsanız, eğitim fakültelerini tercih edin, ha keza, puanınız kesilmişse, benim gibi bir bölüme girmişseniz, boşuna eğitimci olmayı beklemeyin, ağzınızla kuş tutsanız yaranamazsınız.


Onca yıl eğitim aldınız, dört yıl boyunca okudunuz, arada bir de pedogoji diye bir ders var, bir veya iki dönemlik, işte onu alamadınız, dört yıl okuduğunuz, bölüm hiçbir anlam ifade etmez. Peki bazı bölgelerimizde öğretmen eksiği olduğunu söylerler, neden öğretmenlik yaparken alamaz bu dersi, öğretmenler, bu çok önemli dersi, canına yandığımın çağcıllığı. Edebiyat Fakülteleri’nin anlamı ne peki, bilim insanı yetiştirmek, iyi de karnı doymayan adam bilimle nasıl ilgilensin, benim gibi, öğretmenliğe meraklı ise, öğrenci yetiştirmek, çok daha önemli değil mi? Birilerinin laflarını duyuyorum, sen kimsin, söyleyeyim, ben o sınavlardan en yüksek sözel puanları alan biriyim, çift basamaklı sınavdan anlının akıyla çıkmış, hakkı yenmiş bir meslek lisesi mezunuyum. Hakkımın yenmesinden bıkmış, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım, vatandaşlık haklarım bile sizi eleştirmeye yetiyor, sınavlarınızdan bıktım, bıktık. Şurada burada, geçici işlerde çalışmaktan, iş bulamamaktan bıktım, hakkımı istiyorum. Bir mühendisi bile öğretmen yaptınız, hiç ilgisi yokken.


Bir başka güzelim durum da benim alanımla ilgili. Tarih mezunu kişiler, Topkapı’da, Ayasofya’da müdürlük yapabilirken, ben neden Sosyal Bilgiler, Tarih alanında öğretmenlik yapamıyorum. Efendim onlar “büyük” hocalarmış, bizim bölümde onlardan daha büyük hocalarımız vardı. İddiaya girerim Bizans Sanatı hocalarımızdan biri çok daha iyi Ayasofya’nın müdürlüğünü yapabilir, veya bir minyatür dersi hocamız, Topkapı’da daha iyi müdürlük yapabilir. Neyse dağıtmadan söyleyeyim, ben de gayet iyi öğretmenlik, müze sorumluluğu yapabilirim. İmkanım olsaydı hocalarımızın elinde de çok iyi bir müze sorumlusu, geleceğin müdürü olabilirdim. Peki Tarih bölümü mezununun elinde, nasıl yetişecek, yeni memur, müze sorumlusu, yetişmez, kontenjan yok, o nedenle zaten…


Avrupa’dan devşirip devşirip, çocuklara dostça yaklaşımı öğreten Pedogoji, hiçbir zaman en önemli koşul değil, doktorlara, avukatlara da şart koşun, insani ilişkiler önemli ne de olsa, yoksa ben dinazormuyum, hiç sanmıyorum, dinazorlar, gittik gördük yendikleri çocuklara anlatan, geçmişin yapısını, sanatını anlatmayanlar, ve onlarda aşırı milliyetçi yetiştiriyor, sarayın anlamını bilmeden, saraya saldıranlar oluyor, ne yazık ki, ha o gençleri suçlamıyorum, olabilir, bu ülkede anca bu kafayla bu kadar olur.


Sanat Tarihi neden ders olarak okutulmaz?


Sanat Tarihi’nin ilk öğretim okullarında neden ders olarak okutulmadığına değgin çeşitli sorular ve sorunlar olduğu kesin.


Sanat Tarihi eğitiminin eksik olduğu ile ilgili bir yaklaşımla, biraz da kendime çuvaldızı batırayım, yani ben yetersiz biriyim, Sanat Tarihi konusunda, ayrıca çok değerli öğretmenlerimiz de yetersiz, bu bana mantıklı gelmese de değinmek zorundaydım. Şu nedenle en azından bizim bölümümüzdeki eğitimcilerimiz, öğretmenlerimiz, dünyaca tanınmış, sözü geçen kişilerdi.


İkinci soru ise Sanat Tarihi’nin ilk öğretimlerde gereksiz bir ders olmasıdır, bu nedenle okullarda Sanat Tarihi okutulmaz. Öğrencilere, din dersleri ile takviye edilmiş, tarih dersleri anlatılırken, saray önlerine gelip, orayı kutsal bir mekanmış gibi, görmeleri, biraz da bu kışkırtan eğitimin suçudur. Eğer o arkadaşlar bir parça Sanat Tarihi dersi almış olsalardı, Topkapı Sarayı’nın ne için kullanıldığını, bir müzenin ne demek olduğunu öğrenirlerdi. Demek ki gittik, gördük, iman gücüyle vurduk, topumuz tüfeğimiz, müzelerde değil biz öyle bir ırkız ki gerisi boş…


Bu ders: Çocuklara, gençlere, Selçuklular’ın, Osmanlılar’ın “hoşgörüsü” nü anlatır. Bir Selçuklu yapısındaki derinlerde yatan bilgiyi anlatır. Bir Osmanlı yapısındaki kubbenin önemini, bir caminin dört minaresinin, padişah dışından neden başkalarının yaptıramayacağını anlatır. Bir kilisenin girişindeki güç gösterisi haline dönüşmüş, kulelerin; Rönesans’la başlayan, Barok’la doruğa ulaşan kent düzenlemelerini anlatır, üstelik belgelerin yanı sıra, maddi, kesin kanıtlarla.


Sokaklarda, televizyonda benim de birkaç kere seyrettiğim, Kurtlar Vadisi’nden fırlamış, okullarda, gittik, gördük, iman gücüyle yendik eğitimiyle desteklenmiş gençler yerine, bilimin sanatın, felsefenin ne demek olduğunu, yüzlerce yıl önce atalarının, minyatürlere işleyerek neler yaptıklarını, camilerde “resim yasağı” nın nasıl başladığını ancak Sanat Tarihi eğitimi ile öğrenebilirler.


Gençlerimiz, yurt dışına gittiklerinde -ilk öğretim seviyesinde bile olsa- bir Picasso’nun neden resimlerinde “görüntü kırılmaları” olduğunu, bir Ulu Camii’nin özelliklerini, ancak Sanat Tarihi eğitimi alan bir gencimiz anlatabilir. Kaç gencimiz bir caminin namaz kılınan bölümüne sahın dendiğini bilir, veya kaç gencimiz, onun yalnızca bir ibadet mekanı olarak kullanılmadığını bilir, bir elin parmağını geçer mi? Lütfen artık “uydurmasyon” gençler yetiştirmeyelim, bazı gerçekler, saklanırsa, gerilemenin kültürel yozlaşmanın önüne geçemeyiz, televizyonlar yeterince sağlıyor.