Psikaytr Jung insan oğlunun maskelerle hareket ettiğini, her bir maskenin
çeşitli alanlarda bize hizmet ettiğini söyler. Buna persona der Jung. Peki
kentlerin birer maskesi var mıdır? Kentlerin de psikolojisi var mıdır? Örneğin
kentin bir tarihinden bahsedebiliriz, ekonomik yapısından bahsedebiliriz. Yoksa
kentin ayrıca oluşan psikolojisini biz de yarattığı etkiyle mi ölçüyoruz? Ne
soğuk binalar, ne ağaçsız memleket, ne kadar çok insan var, kent sanki
üzerimize üzerimize geliyor... gibi mi düşünürüz?
Bir büyükşehirde bunların hepsini görebiliriz, kentin psikolojini de
görebiliriz belki. Böyle düşünürsek, genelde
İç Anadolu kentlerini, Akdeniz’den gidenler oldukça gergin görürler,
ancak İç Anadolu kentleri bana hiç de öyle görünmez. Bir Ankara, Eskişehir,
Konya bir an da içine alır beni. Hem iklimiyle, hem düzeniyle. Konya’da bu
kentlerden biridir gözümde, insanı hemen içine alan bir kent. Tabi bunun etkisi
daha çok o kentle kurduğunuz bağla ilgilidir. Devasa köklerimiz belki de
buralara uzandığı içindir, Konya, Karaman bölgesinin insanlarıyla, Akdeniz’in
insanları birbirine benzer. Selçuklunun mirasını taşırlar ne de olsa! Biraz
Osmanlıya devrettikleri mirastır bu. Örneğin Alaaddin tepesine sabahın ilk
ışıklarıyla varırsanız, her taraf karlı bile olsa, içinde biraz bu mirası
taşıyanlar farklı bir şeyler hisseder.
Sabahın ilk ışıklarından önce vardık biz Konya’ya ve Alaaddin tepesine,
birkaç fotoğrafın ardından, Konfad’ın değerli Başkanı Erkan Mumcu eşlik etti
bize. Sille’ye gittik ilkin. Sille’nin hemen üst tarafındaki göl kışın
olağanüstü manzarasıyla karşıladı bizleri. Doğa manzarasına meraklı değilseniz,
Sille’nin tarihi yapısı, size buralarda kaç bin yıldır insanların yaşadığını
kanıtlar nitelikte. Sille’de tam tepede yer alan Aya Eleni Rum Ortodoks Kilisesinin
harika duvar resimleri kesinlikle görülmeye değer. Tabii birer kahve molası
için de ideal bir yer Sille. Fotoğraf mı? Evet bunun için buradayız zaten,
Çömlekçi Yaşar Ustayı muhakkak fotoğraflamanız gerekir. Bu güler yüzlü Çömlekçi ilginizi çekmiyorsa, yerleşimin
sokaklarının eskil hali belki ilginizi çekebilir.
Tabi kent yalnızca eskil yüzüyle var olmaz, kentin bir de yeni yüzü vardır.
Bu yeni yüzünü de fotoğraflayabilirsiniz veya kentin yüzüne katkı sağlayan bir
müze var. İçinde kelebeklerin olduğu. Adı Konya Kelebekler Vadisi olan bu yerde
fotoğraf çekmek “makro” fotoğrafla ilgilenen arkadaşlarınızın dikkatini
çekebilir. En azından içerinin 28 derecelik sıcaklığı size Akdeniz’i
hatırlatır. Tabi benim gibi sıcak havalarla ilginiz çok azsa, arkadaşlarınız
cep telefonuyla bile harika fotoğraflar çekerken, bir an önce kendinizi dışarı
atar ve sonra arkadaşlarınızın çektiği o harika fotoğraflara imrenerek
bakarsınız.
Kelebekler Vadisindeki fotoğraf çekiminden sonra, Ecdad Parkına gittik,
bana, Konya’ya dışarıdan gelen biri için bu Ecdad Parkı pek de ecdadımızla
ilgili görünmedi ama, burada kendimce en güzel fotoğraflarımdan birini çektim.
Sonuçta fotoğrafın nerede olacağını kim bilebilir ki?
Öğle yemeğinde Konya’da ne yenir Konya’nın nesi meşhurdur. “Bıçak Arası,
Etli Pide” tavsiye edilir. Buradaki yemek molasından sonra gene Mevlana
çevresinde Aziziye Cami ve onun çevresinde fotoğraflardan bildiğimiz, üretici
pazarı çokça fotoğraflansa da belki farklı açılardan size fotoğraf sunabilir.
Yahu fotoğraf şart mı, en azından iş yorgunluğumuzu atıyoruz. Kentin yüzünü hiç
mi merak etmiyorsunuz. Şehrin yüzünü görürken muhakkak bir tanecik bile olsa
dikkatinizi çeken fotoğraf çıkar. Mevlana Müzesi ve akşamleyin Mevlevilerin
gösterişli Semazenleri gösterisiyle ilk günü kapattık. Konfad Başkanımız Erkan
Mumcu sayesinde ilk gün bence çok güzel geçti.
Otelimiz Karatay civarındaydı. Otelimize yerleştik. Sabahleyin erkenden
kalkacağım, hele birde sis olursa Mevlana civarında fotoğraf çekeceğim, yalnız
gene sis yoktu, geçen sefer kaçırdığım sis içerisinde Mevlana Türbesinin
fotoğrafı bu kez bana ulaşmadı. Ancak benim gibi belgesel ve sokak fotoğrafına
merakınız varsa, sabahın ilk ışıklarında Karatay’ın sokaklarında kar
manzarasıyla fotoğraf çıkacaktır. Kaçırmamalı, zaten öyle de oldu.
İkinci gün erkenden Beyşehir’e hareket ettik. Öğrencilik yıllarımdan
anımsadığım, Beylikler dönemi camisinin en gösterişlilerinden bir tanesi Beyşehir’de;
Eşrefoğlu Cami. Zaten Osmanlı’dan ne kadar farklı olduklarını, cihan
hükümdarlığının gösterişli yapısı yerine bu minör yapılar daha çok ilgimi
çekmiştir. Sonuçta Osmanlının majör yapısı, sanki bir şeyler devamı gibidir. Ne
yazık ki Beyşehir gölünde pek kar yoktu, bizim buralara, yüksek mevkilere yağan
kar gibiydi, örneğin Fındıkpınarı’na, Konya’daki kar. Huğlu’ya uğradık. Huğlu
av silahlarıyla ünlü bir yerleşim. Burada çektiğimiz fotoğrafların ardından göl
çevresine gittik. Gölün çevresinde kar manzarası biraz yeterli! Neden mi keşke
biraz daha kar olsaydı. Ama burada da fotoğraf var! Gölün çevresindeki
fotoğrafların ardından Beyşehir kent meydanında biraz mola verdik ve dönüş
yoluna çıktık. Belki de kentin, kentlerin yüzünü anlamak için “Seyahat ya Resul
Allah!” demeli kim bilir? Ama Konya’nın tek yüzü olduğunu biliyorum, geçmişten
getirdiği muhteşem bir yüz, keşke daha fazla sahip çıkabilsek.
Bu yazı, ilkin Mersin Fotoğraf Derneğinin İnternet sayfasında yayınlanmıştır.
İlgili Link:http://www.mfd.org.tr/geziler/konya-beysehir-yatili-fotograf-cekim-gezisi/