“Anlam; daima geç kalandır!”
John Berger, Görme Biçimleri adlı
kitabında, belki de kadınlar hakkındaki en alımlı çalımı atmıştır, “kadınlar seyredilmekten, erkekler
seyretmekten hoşlanır” diyerek. Bu
kronik bir bağlamda kadınların neden daha çok kendilerine ve arkadaşlarına dair
fotoğrafları paylaştıklarını, günümüz zamanlarında pek de kaybı olmayan bir
düzlemin oluşmasında bizlere bir anlık biçeme pek çok şeyi, kadınlar hakkında
pek çok görüntüyü, imgelemi aforizma olarak anlamamıza yol açabilir.
Bundan yaklaşık beş bin yıl önce yani
henüz doğayla bütünken, yani ondan biraz ayrıyken, biraz onunla birken, tarım
kültürünün ve yerleşik kültürün egemenliğiyle doğayla aramızdaki iletişim
bölünüp iki olurken (kültür) ve daha sonra bireyin ön plana çıktığı medeniyetin
oluşturduğu katmanların yani birden ikiye ve oradan “çok” a ulaştığımız
günümüzde, yerleşik düzenlerin yanında alt kültürlerin kök-sap ilişkisinden
uzaklaşıldığı günümüzde, bu seyretmek ve seyredilmek, klanlardan çok daha önce
söz ile töz arasındaki karmaşadan çok daha önce, kendimizden ayırdığımız başka
bir şeyin olgusunu bile anlayamayacağımız bir yerlere bizi ulaştırır.
Bu bizim okur olarak, dinleyici olarak
vardığımız bir sonucun yansıması aslında. Yansıma belki de klanların kendi
içerisinde kadınların kendini dile hapsetmelerinin dışında, dil ile
aralarındaki bağın ne denli önemli olduğuna dair ve oradan kutsalın
içerisindeki yerlerinin birer kalıt gibi ortaya konmasıyla ilintili. Hayvanlar
ve insanlar arasındaki ayrım, devasa fizyolojik ayrım, hoşlanma ve evlilik,
ilişki tutarsızlığı, yığınların, evet, klan olan yığınların kendini fark etmesi
(kültür) ve duvarlara çizdikleri görsel etkinin verimli ve tutarlı yanı belki
de John Berger’i haklı çıkarıyor, ancak şunu unutmamak gerekir ki, dille olan
ilişki kültürün ve ondan sonra medeniyetin kurulmasındaki en önemli sonuçtur.
Bu yukarıdaki paragraflarda, tamamen
Freud’un etkisi dışında, artık yüzümüze birer maske, persona, taktığımızı söyleyebiliriz. Yani doğayla aramızdaki
hayvani ilişkiden çok, dil düzeyinde ve medeniyet olma başarımız, bizi bugün hakikat sonrası denen bir havzaya
ulaştırmış olabilir. Bu da kadın ve erkek arasındaki ayrımın, doğal bir
ayrımdan çok kültürel bir ayrımla oluştuğuna, ancak dilin, evet kutsalın
korunmadığı, korunmak istenmediği alanda monad
diye nitelendirebileceğimiz ve hakikatin Cern’de yeniden bulunması için
araştırmalara girişildiği bir zaman diliminden birey olarak oldukça uzağız.
Kadın ve erkek ayrımında fotoğrafın doxa düzeyine kalması ise, bize kadın
veya erkek fotoğrafçı arasındaki ayrımın çokta önemli olmadığını, bireyin fotoğrafçının yaptığı işlerden
görebiliyoruz. Fotoğrafın dışsal mantığı yani kompozisyon, açı, lens vb teknik
bilgi, fotoğrafın içeriyle olan, çekilen şey, kurgulanan şey arasında ayrım
bugün photoshopunda katkısıyla bu kadın fotoğrafçının fotoğrafı, bu da erkek
fotoğrafçının fotoğrafı diyeceğimiz bir gerçek sanat alanında bulunmamızı
sağlamıyor.
Günümüzde artık biliyoruz ki, bir
fotoğrafçının dilini oluşturması
hiçte kolay değil. Bunu başarabilen (kurgu ve gerçeklik düzeyinde) çok ender
fotoğrafçı var. Bu durumda çektiğimiz fotoğraf hâlâ makineyle aramızdaki
hayvani bir ilişkiden öteye, bir fotoğrafçı dili olmaktan öteye ne kadar
geçiyor. Bizim Derneğin Facebook sayfasında on dört bin küsür üyesi olan
sayfamızda veya internette olan paylaşımları, fotoğraf paylaşımlarını
gördüğümüzde bir dilin ötesine varmak şöyle dursun, dilin fotoğraf dilinin
içerisinde fotoğraf üreten kadın fotoğrafçı sayımız oldukça az. Bu teknolojinin
sorunsalı değil, eskiden, eskil zamanlarda doğayla olan aramızdaki düşüncesiz
ve hatta çapı insan olmaya varmayan iletişim becerimiz bugün teknolojiyle
aramızdaki bağı irdeliyor. Bu da bizleri Psikolojik sayrısı oldukça fazla,
sürekli anksiyetesi olan bireyler olmamıza yol açıyor. Bu teknolojiden
vazgeçenler ise, klasik düşüncelerinin varlığıyla, kendilerini büyük olasılıkla
depresyonun içerisinde buluyorlar.
Kadınlar bu koşullar göz önüne
alındığında belki dille olan, yılların getirdiği anlama becerileri nedeniyle ve yapılarının özverisi nedeniyle
fotoğraf veya yaşamak konusunda
(doğurmayı da yeni bir dil olarak alabiliriz) daha şanslı olabilirler. Ancak
buradaki asıl sorun, kurguyla, gerçekle aramızdaki hakiki bağ, yani
hissettiklerimizi eskil ve verimsiz olmadan yeniyle nasıl buluşturacağız. Bu
havzanın ortasına gelmek için otuz kuşun ötesine yaklaşmak bir masalın çok
uzağında. Yani içindeki çocuğu öldürüp, oldukça büyümek gerekebilir. İçindeki
çocuğu öldürmek ise bir kısırlıktır, kısırlık olabilir. Bu tenha alanlara
girmeye kaç kadın göze alabilir. Standart aktivist olmanın çok ötesinde olmak.
Gerçekten riskli, içe kapanmak ise bir fotoğrafçı için en göze alınamayacak
şey. Bilgi bizi ahlaka, etiğe, iyi bir insan olmaya, sanatçı olmaya
götürmeyebilir.
Bu yazı e-dergi için yazılmıştır