Bir Acem kızına aşıktım ve fakat Türkmen obasında usum
milbaz sirk, esmer bir hayaldir bu söz bilmez zaman,
onunla son arasında nasıl bir bağ vardır.
Belirsizliğe doğru bir taş yüklü sırtımda.
Bu taş kimden kaldı bana, Ay’ın doğuşu, günün dönümü, çölün gizemli gemisi,
bulutlar mı aklımda? Ondan mı gizemli sözler saklarım ona.
Gün dönümü yaklaşıyor, ıssız aklım geceye kalmış,
deniz ise çölden çok uzaklarda yoksul olduğumuzu söyler ruhuma,
kendini bilmeyen bir Habeş’tir devenin yükü, taş yerinde ağırdır işte
gece ve gündüz çalışan bir avuç toprak insan ve benim saklım nerede
Kenan kentine vardım böyle böyle. Hiram’a yakın olduğumu söylediler
burada Türkmen obasındanım dedim onlara, Acem uzağından Mavera’dan.
San Marco Meydanında da söylenmişti bu bana, bir baninin artık aklından.
Rönesans’ı taşıyan ben, anladılar iş, işten geçince Seyyid olduğumu,
sırtımda belirsizliğe varan taşın yükü olduğunu, onlarla güreşemeyeceğimi.
Her şeyi anladığımı, kim olursa olsun diyen yalnız
bir İsa gibi esmerleşirken, sustuğumu, yoksul sırtımın kamburlaştığını.
Hep söz konusu olacaktır bu, cümle ve cümle alem issiz bir kelime arar,
çok yorgunum belli ki, hüzün var dilimde!
Ey İshak bir terzinin suçu ne, bir ağu mu bu,
çok susadım ışığın kendini beğenmişliği bir kış gününde katledilen
bir çocuk mu ki deltasına bile varamayan
hiçbir zaman Amerika’yı keşfedemez, son nerede,
Ekim günü hala, deltanın yüzü Arabın öcü!
Not: Bu Şiir; Şiirden dergisinin Mart-Nisan 2019 sayısında yer aldı.