Bilinç ne denli önemli. Gece!

Gerçek Kravatlıları, Monşerleri Aramak, Akıl Oyunları


Kamuyla, özne arasındaki iletişim, etik adı verilen kaygıların neticesinde iç içe geçmiştir. Özne adı verilen, yaşayan bir varlık var ki, ancak bunun doğal bir varlık olup olmadığı devletin kavramsal kılgıları içerisinde görülür. Kavrayan, katı bir dizge olarak devletin varoluşu elbette, doğallığı da kendine göre şekillendirecektir. Toprağın ve doğanın istencinin dışına çıkan devlet fikri hâlâ erkini kadim simgelerde buluyor. Ancak bu seksenli yılların ortasından itibaren çok büyük kapsamı olan bir değişikliğe doğru yol alıyor. Descartes’in ılımlı, her şeyi kavrayabilen düşüncesi, tek başına iktidarı elinde bulundurabilecek bilgisayar devi, veya bilgisayar korsanlarınca egemenlik söz konusu olduğunda pek de iç açıcı yerlere bizi ulaştırmıyor. Kravatlı adamların kimler olduğunu biliyorduk! Romalıları da!

Bu korsan kişiler, sivil toplumu temsil edecekti. Kendilerini ya sağda, ya da solda görüyorlardı –hep korsan olmasına da gerek yok- artık, bu kendilerini biz olarak tanımlayan kişiler, devletle halk arasındaki mesafeyi de eşitlemiştir. Ancak bu figürlerin kopyasının kopyası olan kişiler ve eşitlenen mesafe sonucu, devlet kurumlarının feodal bir yapıyla eş olabileceği düşünülmüş, devletin saygınlığı gittikçe azalmıştı. Sonuçta o kurumlarda çalışanlar da sizden bizden biriydi, bu insanlar suyunun suyu mahallenin çocukluğunda –mahalle kültürü çoktan bitti ya!- yetişmiş, mahalle sakinleriyle uzaklık ilişkisi belirsiz, o yüzden sonuçta, e öyleyse onunla senli benli olunabilir, tanımaya çalışılabilirdi, sonuçta bizdendiler. Seksenler dizisi tamamen bu ilişki çerçevesinde oluşur, zamanla dışarı itilenler, artık bizdendi. Veya bir hırslı bir arzu nesnesine dönüştürülmeye çalışılan siyasi bir söylemde, kendilerine çapulcu denmesine kızmadılar, aksine bir içeriden duruşla savuşturdular, çünkü onlardandılar, yalnız sol söylem için değil, sağdakiler içinde aynı yer mümkündü, çünkü onlar bizdi. Bu durumda monşerlerin bilgisi de yetersiz, hatta “aptalca” bir bilgiydi, çünkü onlar “biz”den biri değildi. Temsil ve ifade sorunsalıydı bu. Bu temsilin ilki aileyle birlikte oluşuyor, ancak idealin oluşması, bir bakıma arabesk konserlerde temsil edilemez duruma girmiş bir halkın sunum sürecinden, "yeniden-sunum" (temsiliyet) siyasetine geçişin sosyal pratiğini hazırlamaktadır. Sayılı okullardan yetişse bile bu kişiler.

Artık kişilerin yazılı sürece katkı sağlamasına da gerek kalmamıştı. Kağıt üzerinde yazılan bir yazı (tekne) bir uzam üzerine yazılan yazı modelinin kayda geçirilmesi hareketidir. Seksenleri pek hatırlamasam da, doksanlı yıllarda çokça örneğini gördüğüm, liberal sayılması şüpheli, sola da sağa da seslenen, ancak bir köy kent projesi içerisinde, örneğin Özal'ın partililerine danışmadan karısı ve oğlu ile, aile içi bir karara varıp, "eğer halk istemezse politikayı bırakırım" söylemi, bir bakıma Özal'ın "aile ahlakının yüceliğini" bir gövde gösterisi halinde herkese sunması, diğer partililerden bakan ve milletvekillerinden üstün konumunu göstermesi anlamını taşır.  Çünkü aile içerisinde zaten kişi tanımlanıyordu. Günümüzde de bu süreç başka bağlamda belirsiz kent ve yönetim politiğini kapsar.

Okumadan, ya da çok zeki bir sorunsalın üstesinden gelebilecek, “birikimli” yeni nesilin sayılı kişileri, etik ve ahlak arasındaki ayrımı biliyorlardı şüphesiz. Hegel "etik" (Sittlichkeit) ile "ahlak" (Moralitiit) arasında incelikli bir ayrıma gidecektir. “Etik ilkenin uygulamasını dolaysız eyleme, ahlak ise düşünümsel eylemle ilgili olacaktır. Mesela, "etik düzen, esasen alınan kararın dolaysız kesinliğinden ibarettir" diyecektir. Bunu da kendi ilkelerine bağlayarak yeni fikirler hep haklı çıkmayı sürdüreceklerdi. Sonuçta özgürlük sivil toplum herkes içindi.

Bugüne kadar oluşan eskil devlet “düşünüyorum öyleyse varım” söylemi, devletin asıl sahipleri yerine artık yerini bir varlık tavsamasına çoktan bıraktı. Ezilenler daha çok ezilecek, zenginler daha çok zengin olacak ne yazık ki. Bu yeni bir şeyin doğuşu olabilir diyorlar, yeni bir modelin doğuşu, bana hiç de öyle gelmiyor, çünkü söylenceleri kıran bir ilişkiydi bu. Eskiden beri günümüze gelen, bu söylemler “Tek parça asyagil bir devlet iktidarı belki de "zaten bir mithos (söylence) idi. Bu bağlamda "sivil toplum" veya "yasakçı devlet" gibi söylemleri tartışırken bazı verileri de göz önünde bulundurmalı mıyız? Bu yeni söylemlerin, sanatı, estetiği, hatta kültürü nedir, bunu kaçırırsak, çok laf söylenen kravatlıları bile mumla ararız.