Bilinç ne denli önemli. Gece!

Körlük


Geçenlerde görüşlerini çok önemsediğim bir arkadaşım, gözlüğün nerede dedi. İlk kez benimle ilgili bir şeyi soruyordu. O an da gözlüğümü yalnız bilgisayar ve televizyon izlerken kullanıyorum dedim. Aslında çok şeye karşı kör olduğumu söylemek, bu nedenle gözlerimi elimden geldiğince koruduğumu söylemek isterdim, bu konuda çok daha uzun soluklu onunla konuşmak isterdim, ama bu fırsatım yoktu o an. Eminim, böyle çok içten ve akıllıca sohbet olsaydı, devam etseydi, muhteşem zekasıyla bana yepyeni bir yol, fikir sağlardı. Fakat bir şeyi yeniden fark ettim. Gerçekten düşüncem ve gözlerim bir tek o anda, ve uzunca bir süre, ona odaklanmış olabilirdi. Başka bir şeye bakmak çok yorucu bazen! Çok az insanı ciddiye aldığımı fark ettim. En büyük kusurlarımdan biriydi bu.

Acımasızca fotoğraf çekip, paylaşıyoruz internette. Çoğun eğitimsiz bir gözle, kadrajı bozuk, belki de ipe sapa gelmez ‘beğeniler’ için. Fakat her işte olduğu gibi gözlerimizin fotoğraf için körlük noktasından bakması gerekir insanın. Yani yeniden görmek gerekir, görmeyi öğrenmek. Kendimizi neden amele bir hale sokuyoruz pek çok konuda. Fotoğraf ve yazı entelektüel bir kaygıdır!

Bütün dinginliğimle kör eden şeyleri aklıma getirdim sonra; yeme içmeden, giyime kadar ve Berger’in bir kitabı geldi usuma. Berger’in Görme Biçimleri zorunlu ders kitabıydı... Berger’da benzer şeylerden bahseder; reklamcılık bir şekilde kendini kör etmiştir ve sanatın en gösterişli resimlerini günümüze uyarlayarak, pek çok ürünü çok satarlar listesine sokmuştur.

Benim körlüğümde burada başlar. Bir şeyi gerçekten beğendiğim de ondan başka, ona benzeyen her şeye kör olurum. Zaten beğendiysen, benzeri de yoktur. Yazıya da ilkesel olarak böyle girer, özellikle yazıda ilkem olur bu, fotoğraftaysa pek daha biçimsel, öğrenilmiş kaygılar yer edinir. Temel teknik bilgiler olmazsa olmazdır, çamurdan farkı olmayan bir şeye ısınmak mümkün değil, değil mi?
İşte, tek bir kişi için yazmak aslında kör olduğum, beni kör eden ışığın devasa güzelliğini anlatmaktır, yazı, sıkışık yaşantımda beni buna taşıyan yayınevine gönderdiğim, gönderdiğimiz gönderilen, ustadan sonra ilk kişi kimse onun için yazılmıştır yazı da, bilir mi, bunun önemini, kendine yazıldığını kocaman dosyanın. Hiçbir zaman yayınlanmayacak tek dosyam, dosyası olmuştur bu belki yazarın, şairin..?

Fotoğraf sanatçısı hep bakar aslında, eğitilmiş bir gözle bakar, bu da “sanatçı” olmasına neden olmuştur, zanaatın, makinenin teknik bilgisinin en uzağında olur bu. Ben kendimi bir sanatçı olarak görmedim, bir şair olarak da, şair var olan bir şey değildir, yarın şiir yazacağını kimse bilemez, öyle umar, ama fotoğraf çekeceğini, kompozisyonun oluşacağını düşünebilir. Şiirse o yüzden bir tek kişiye yazılır. O yoksa yanında, elini tutmazsa şiir yoktur, olan şey,‘gibi şiir’dir. Yoksa yanında, olduysa şiir,  Tanrı’nın dilidir var olan. Gizemli bu, nasıl tutar hiçbir şey yerini! Ama başkaları, onu, yazınızı, şiiri okuyan, ondan kendine pay çıkarır. Acınızı bilen kişidir şiirinizi anlayan.

Hep insanlarla olmak, hep bunların, savaşımın içinden geçmek katlanarak büyüyen bir sorunsal. Şiir kahramanlık payesini, kadim hâlini koruyorsa, hâlâ gerçek şiir varsa, hep o Tanrı katına yükselttiğimiz varlık sayesindedir. İçime bakıyorum, ta derine, sağımda ki meleğe, eğer bilemezsem, bilemezse yaşamanın anlamı ne! İşte bugünü var eden kişinin sayesinde.

Fotoğrafta bu kadim yola en yakın yerdedir. Fotoğraf düzenlemelerini çok kişi tercih etmese de, onun varlığı kadim bir yola öyle varır büyük olasılıkla. Fotoğraf sanatı artık bir görme biçimi değildir. Üslup ve kompozisyonun, ta önceden akılda oluşmasıdır. Bu çerçeve önemli, yoksa bu denli çaba boşuna!