Bilmek çok zor: asla doğru yanıtı alamamak. Doğruyu aramamak, dürüstü istemek. Doğruluk mekan gerektirir, dürüstlükse gerektirdiği tek oluş varoluş, kişilik midir? Her doğru her yerde söylenmez derler! Yoksa bu iki tuhaf varlık nedeni, kelime oyunu mu? Sözlüğe baktığımızda doğruluğun ikinci anlamı dürüstlük. Yani belki de uzlaşması zor bir şey için önce ölçüp biçmek gerektir.
Bir gün çok bunaldım ve bir hikaye düşündüm. Aslında bu öykü olmalıydı. Gene karşıma kelimelerin sınırsız imkanı yetişti. Örneğin İhsan Oktay Anar bir hikaye yazarı. Tarihten besleniyor. Stanislaw Lem’se bilim kurgu yazdığı için bir öykü yazarı. Ben bu durumda bir hikaye yazmış oluyorum. Kelimelerin düz anlamı dışında yan anlamları ne can sıkıntısı. Hikayemde teknesi olan bir filozof var, ona göre bir uzay mekiği gibi bir teknesi var, yani bilgi bağlamında maviye, belki alacakaranlığa bağlı. Onu bilgiye ulaştıran, “orada” hep. Alegorik bir bakışa göreyse yerleşik olmadığı için, asla çoluk çocuğa karışamayacak. Çünkü aile kurması için yerleşik, hatta tarım toplumuna yakın olması gerekiyor ve bunca beceriksiz isteğinden dolayı da oldukça “uzak”, maceracı bir hayat onun ki! Hatta handiyse yıkıcı.
Buraya kadar öykümde/hikayemde geçen filozof gelecek beklentisinden dolayı da yeniliğin ve de zamanın efendisi. Bir sorun var ki, bu bizim techne sabit olmanın ötesinde olduğu için, her hangi bir topluma, uygarlığa ait değil. Hep bilgiye ulaşmaya çalışmak, gelenekle kopuk, belki de olmayan bir ilişki. Öyle ya tüm mitolojilerde denize, okyanusa açılan gün batımına varan hep tuhaf şeylerle karşılaşır.
Bir şeyin techne olması kuramsal ve yapısal bir ilişkiyle ilintilidir. Sabit, durağan olmak o şeyin techne olmasıyla ilintisini zedeler, belki de varılamayan liman yalnız teoriden ibarettir. Yalnız hayal gücü başarısızlık demektir. Yapısal birikim olmadan, çalışmadan kuramsal varlıktan bahsedilemez. Muzip mimarı duyar gibiyim; Hollanda’da limana bağlı evler var!
Ne garip, “hep”e inanmak ama vardığın zaman -ona- sendeki bütüne, hepe inanmamak. Yarımdan bahsetmek. “Her şey iki şey arasına gerer trapezini, iman ile şüphe.” -Neredesin? Bir ülke olarak bu bilimlerin peşine düşen nesiller yetiştirebiliyor muyuz? Yoksa bugünlerde başını alıp giden “ulus/millet/gelenek” olmanın peşinde miyiz? Evet, tebdili mekanda ferahlık vardır. Fakat ben mekan değiştirmekten bahsetmiyorum. O yeni nesilin işi, onları gezip tozma dışında yetiştireceklerin işi. Normale inanmak hep savunduğum gibi önemli olmuştur. Fakat adı geçen bu “normal”in tüm toplumlarda karşılığı yoksa o “normal” değildir.
Sence, senin
bilgine göre güvende miyiz? Uzağı göremeyen miyop muyuz, yoksa beceriksiz mi?
İlim Çin’de miydi?