Derebeyi, ağalık veya krallıkla
yönetilen ülkelerde kişiler genelde kayırmacılık veya birilerine yaltaklanmayla
bir yerlere gelirler. Bu da gayet doğaldır. Ancak ülkeler geliştikçe ve onların
önüne ekmeklerini koyacak birileri kalmadıkça risk alma algısı oluşur ve bu
riski yönetmeye çalışan kişiler ortaya çıkar. Zamanla bu algı güçlenmiş, modern
zamanlarda bankalarda kendini devasa bir kütle halinde oluşan sektörler
gelişmiştir. Sonuçta bankalar risk algısını en düşük hale getirmek için var
olmuşlardır. Fakat bizim gibi ülkelerde bu risk algısı yalnız kahramanlık algısında
çok fazla şekillenmiştir. Ne yazık ki aptallıkla cesaret arasındaki çizgi
ülkemizin maddi anlamda kayıplarını gittikçe derinleştirmiştir.
Hamasi sokak ağzıyla devam eden kavgalarımız
bitmedi, bir gün bitmesini dilemek kalıyor elimde yalnızca. Yetiştirdiğimiz
gençlerse, kendinden öncekilerin biat etmeyle bir yerlere geldiklerini
görmüşler, öğrenmeleri gerekenle, varmaları gereken yer arasında sıkışıp
kalmışlardır. Hep örneği verilen oldukça aptalca görünen o meşhur ODTÜ
hikayesinde geçen “risk budur” diye boş bir yazılı kağıdı teslim etmek de bizim
için hâlâ en akıllıca fıkra örneği olmayı sürdürür. Oysa bu anlatılan risk
değil, tehlikeli bir oyundur yani cesaretle aptallığı gene birbirine
karıştırmaktır. Ve senin dersine aldırış etmiyorum diyebilmek en aptalca
varılan sonuç olmuştur. Halbuki risk, Mars gezegenine varabilmeyi
hesaplamaktır. Halbuki risk elimizdeki paranın bize getirisini hesaplayabilmek,
likit bir miktarın kaçta kaçını geride bırakabileceğimizi bilmektir. Ama bu
Mars’a varabilmenin ne zaman gerçekleşmesi gerektiğini hesaplamak da riski
hesaplamaktır.
Dikkat edersek, her zaman ellerinde
en fazla para ve likit bulunan kuruluşlar finans kuruluşları olmuştur. En fazla
borçlu olanlarsa büyümeye odaklı devasa şirketler olmuştur. Biri riski
yönetebilirken, diğeri onun riski yönetebilme becerisine güvenerek elindeki
kaynaklarla büyümesini sürdürür. Alanını genişletir. İşte risk ile kalpazanlık,
yağcılık arasındaki devasa fark budur. Yani siz birine güvenebilirsiniz ama
sizin ona güveniniz onun getirisiyle doğru orantılı değilse siz ona sadaka
vermiş olursunuz en basit tabiriyle. Risk almak hiçbir zaman zar atmak
olmamalıdır. Zar atmak olduğu anda, sizin ona sadakatiniz bir köpeğin
sadakatine dönüşür. Ama sadık olma hali, sizin beceriniz kadar olmalıdır. Sizin
becerinizse her an bizim gibi ülkelerde göz ardı edilebilir.
Bunca tümceyi yazmamın nedeni
geçenlerde ABD’de yaşanan önce küçük bir şirketin üzerinden para kazanmaya
çalışan bir hedge fonunun zor duruma düşürülmesi ve aynı kişilerin gümüş kazanç miktarını da yukarılara çıkışını
sağlamaya çalışmaları ve hüsrana uğramaları üzerine aklıma geldi. Bir grup
“süper akıllı”nın müdahalesine tanıklık ettik aslında. Bu “süper akıllılar”
akıllarınca piyasaya müdahale etmeye çalışıyorlardı. Ama başarılı olmaları
haliyle olası değildi. Çünkü biliyoruz ki varlığa –varlık kelimesini aynı
zamanda kültürel güç olarak da kullanıyorum-, ve zenginliğe –zenginlik kelimesi yalnız parasal
güç anlamında kullanıyorum- sahip olmak çok farklı alanlar. Yani Robin Hood
olmak veya Deli Dumrul olmak senin varlık sahibi olman anlamına gelmez. Robin
Hood bir soyguncu mudur, ya Deli Dumrul, devletler kısa zamanda işlerine gelen
bu delilerden hoşlansalar da, halk belli bir süre onları destekleseler de
eşkıya dünyaya hükümdar olmaz. Devletlere kalansa birkaç yasal düzenlemedir.
Eğer akıllı bir devletse kendine vergisini ödeyen aklı başında şirketleri asla
yalnız bırakmaz. Aklı başında bir yönetici, halkına riskin önemli olduğunu,
risk almanın akılla orantılı olduğunu okullarında anlatır. İlerleme böyle
gerçekleşir. Hangi yağcı, yancı, kibirli ülke ilerledi ki!