Bilinç ne denli önemli. Gece!

DÜĞÜMLÜ BALIK


DÜĞÜMLÜ BALIK
PATHOS’MU DİYALEKTİK Mİ?
Diyalektik: Değişim, gelişme, hareket vb.
Pathos: Tutku, yıkım, yazgı vb.

Marx’ın özellikle kaçındığı Psikoloji, idealist diyalektiğin en çok beğendiği oyunlardan biridir şüphesiz. Değişim(diyalektik), sözlük anlamında önadlardan uzak duracaktır. Soğuk Değişim, Sıcak Değişim vb. Önadla birlikte anılırsa doğanın varoluşuna terstir çünkü, doğa tektir. Evrime, doğaya göre değişim vardır ve çok uzun yıllar olsa da saltık gerçekleşecektir, tabiatı bunu gerektirir. Tutku, gönenç vb., terimler tabiatda da vardır, değişim öte anlam gerektirdiğinden anlaşılması güçtür, kavram, örneğin reel hümanizm’de, dinsel boyutun dışında tüm insanlığın tutkusundan bahseder. Bilinç, başka türlü varolamaz zaten. Bir hayvanın tutkusu da (yaşama içgüdüsü) vardır, buradaki ince ayrım, kelimede, öte anlamda, şiirde kendini var eder.

Şiir burada idealar dünyasında sıkışıp, tutkunun birey üzerinde sürekli bir hareketinden, sürekli bir değişimde var olursa, ilerlemeci, devrimci şiirden çok, şöyle bir şey ortaya çıkar, kuşkusuz, sevgilim beni terk etti/ batsın bu dünya, yeni bir sevgili buldum/yaşasın bu dünya hilkat garibesi veya, veya...

Çağdaş şiirimizin ilk yıllarından itibaren bilinçli ya da ayrımında olmadan bu yapı üzerinde durulmuştur. Oktay Rifat’ın Perçemli Sokak’ı ile işler göründüğü kadar yalın değildir artık. Oktay Rifat’ın Perçemli Sokak’taki şiirleri kim ne dersin, Üstgerçekçilik(Sürrealizm), etkisinde geliştiği şüphe götürmez. Beyaz mendiller vardı havada (syf 59. Perçemli Sokak) dizelerinde, ilk okuyuşta bulutları mendile benzetmiş diyebiliriz, bilinçaltının dışavurumu da diyebiliriz, benzetme olunca dolaylı bir gönderme de vardır diyebiliriz. Balıkları düğümlerse şair düğümlü balıkları bekleyişin (syf59 agy) derse, işte bu dizelerde kesinlikle yeni bir durum ya da varlık söz konusu, yalın bir tanımlamayla, baştaki dize eytişimin içinde yer edinir, eytişim(diyalektik), değişimi oluşturur, ancak muğlak bir varlık meydana getirmez, varolan üzerinden(içsel-dışsal), konuyu derler, tabi idealist bir diyalektikten bahsedilmiyorsa(tutkunun değişmesi), ikinci dize de diyalektiğin içinde yer alabilir, şöyle ki içsel bir dünyadaki çelişki, yani savla karşı savın sonunda ortaya çıkan bireşim, haliyle burada söz konusu olan şairin bir şeyi tanıtlamaya çalıştığıyla bağlantılı olmadığından, hareketli bir durumun imgelem dünyasındaki bağı, dolayısıyla üstgerçekçiliğin bilinçaltıyla ilgili oluşumudur. Hegel’in tanımladığı bir dünya. Bizim konumuzu oluşturması açısından örnekler çoğaltılabilir, açımlamaya çalıştığım, iki dizede bile ağırlığını fazlasıyla hissettiren, şiirimiz üzerinde derin bir bağ oluşturmuştur. Pathos ve diyalektik.

II. Yeni Şairleri’ni bu bağlamda değerlendirirsek, Edip Cansever, şiiri diyalektik bir bağlam üzerinde değerlendirilmesi daha büyük olasılık(ister materyalist diyalektik, ister idealist...), ancak Ben Ruhi Bey Nasılım adlı şiiri reel bir düzlemden sıyrılıp, Pathos’un alanında yer edinir. Turgut Uyar’ın Tel cambazının tel üstündeki durumunu anlatır şiirdir(syf12 Dünyanın En Güzel Arabistanı) adlı şiiri eytişimle, pathosun arasındaki gerilimi çok ince bir göndermeyle anlatır. Örnekler çoğaltılabilir, bir kişi ise bu belirttiğim düzlemlerden hangisinde yol aldığını, okurla, alımlayıcıyla dalga geçercesine yüzümüze vurur, Ece Ayhan. Ece Ayhan ise doğrudan atonaliteden bahseder, dizelerinde de ritmik öge yok denecek kadar azdır, kendisi bu tanımlamayla hareketli, devingen bir alan yaratmaya çalıştığını belirtse de, anlatılanlar birer toplumsal vurgudan çok öteki-birey alanından sıyrılamaz, Pathos’dan karaşın bir selam çakar. Ancak sorunlu alan karşımızda durur, kişinin, şiir üzerinden kendine pay biçmesi, imgelemin, dünyanın, yazıya döküldüğü an da (bireysel ya da toplumsal), bir devinim oluşur. II. Yeni birçok yönüyle başarmış mıdır? Soru işaretleri taşır. Pathos’la diyalektik arasında gezintiye çıkmak olasıdır.

Seksenli yıllara gelindiğinde şiirin toplumdan iyice uzaklaştığından bahsedilir, muğlak ya da değil doğruluk taşır tanımlama. Osmanlıca sözcükler seksenli yıllarda iyice şiirimize girmiştir. Tabii yetmişli yıllarda yorulan bir şiirin sonucu değildir yazılan, seksenli yıllarda yaşananlar, kişinin yorulmasıyla da bağlantılı değildir, uygulayım(teknoloji), iyice gelişmiş, bireyler, kendine daha fazla zaman ayırmaya başlamışlar, iç uyum-uyumsuzluk, haliyle bireyleri kendine yöneltmişdir. Shakespeare(ikinci dönemi, müziğin kullanımı) içinde bu tanım söylenebilir, o da dönemine göre öyle bir ortamda ortaya çıkmıştır. Başka bir alanda Melih Cevdet şiiri seksenli yıllarda kendini iyice kabul ettirir. Doksanlı yıllarda ise Melih Cevdet’in etkisi artık bir görüngüye dönüşür, pop müziği de etkileyecektir. Sezen Aksu, artık ada vapuru yandan çarklı/bayraklar dolanmış cafcaflı diyecek, Melih Cevdet’in ne dediğini tam anlayamayanlar, bu şiirin çok bayağı örnekleriyle şarkı sözleri yazacaklar, reklam replikleri oluşacaktır. Demek ki Pop Müzik’de bir kirlenme söz konusu ise Melih Cevdet’in sorumluluğu vardır. Tabii o şiirin yazıldığı dönemsel koşullar önemlidir, tarih benim eksikliğim olarak kalsın, çünkü Anday ile Ayhan bir noktada kesişmiştir. Doksanlı yılların şiiri Oktay Rifat’ın da katkılarıyla kendine bu doğrultu da akış sağlamıştır. Toplumcu addedilen şiirimiz bile payını almıştır.

Ne denli uzlaşma noktası şiiri belirli bir yolda Pathos ve eytişimle oluştuğunu belirtse de şiirimiz hep bir kırılma noktasında yerini almıştır. Her iki bağlamda yol açmıştır kendine, ikisini de içinde barındırarak. Yalın ama kuvvetli bir damardan gelen Nazım Hikmet, Ahmed Arif gibi şairlerin içinde bulunduğu diyalektiğini kendinde barındıran şiirler, yerine Attila İlhan’dan derin izler taşıyan, çelişkiyi bünyesinde barındıran bir şiirle ortaya çıkmaya devam edecek gibidir. İstisnai örnekler vardır.

I.Yeni öncesi ve I.Yeni’ye de yol açan büyük şiirler, II.Yeni’yle derin bir sarsıntıya uğramıştır. Bu sarsıntı toplumda varolmayan bir şiiri haliyle bünyesinde barındırır, toplumda varolmak gerekli midir, zaten toplumdan uzakta yazılmamıştır şiirler, II. Yeni zaten bir sarsıntının şiiri değildir, Avrupa şiirini çok iyi anlamış kişilerin, kendilerini Türkiye’de var ettikleri şiirlerdir. Attila İlhan ne denli bu akımın dışında yer edindiğini söylese de, II. Yeni’den kopmamıştır. İkinci Yeni nasıl bir şiirdir öyleyse, bir geleneğin halkası.

Günümüzde ise destekleyelim veya desteklemeyelim, bir şairi, resimdir, barkoddur yaptıkların demekle bir yere ulaşamayız, haliyle öncesi vardır, yapılmıştır, kimi resimlerle akımlarla eytişimi bünyesinde barındıran bir şiirden bahsedilebilinir. Kelimeler bir anlamda pathos’dur çünkü. Buradaki asıl sorun büyük şiir büyük ideolojiyle oluşur, büyük ideoloji ise bir hareketin sonucunda büyük olmuştur. Sonuç neyi, nasıl anlattığımıza yaslanır; basitçesi kalpten yazılan kalbi(pathos), akılla yazılan aklı(diyalektik) vareder. Soyut, somut tartışması iyi şiir ortaya çıktığında, güzel günleri, inancı var eder. “Soyut”tan “somut”a geçişi sağlayan çalışma, yalnızca teorik pratik sürecini içerir, yani tamamen bilgi içinde “cereyan”eder(syf227 Marx İçin). Yaşantının önemi bu denli yalın bir süreçle karşımıza çıkar. Gösteriler Çağı’nda büyük şiirin ortaya çıkması ise çok zordur. Büyük Şiiri başaran şairlerimiz var, yarın da olacaktır. yirmi birinci yüzyıl daha karmaşık olacaktır şüphesiz, karmaşa ise büyük şiirin hatasıdır. Düğümlü Balık, tarihi, mitolojiyi bilen midir? Şiir karmaşadan kendini kurtarabilir, yaşamak diyalektikle oluşur, bunun sonucu ister istemez bir “gelenek” olacaktır, geleneğin çok fazla kafayı karıştırmaması, yalın ve net bilgi ile ilerlemesi, şiire yol açacaktır. Şairler sonra affedilmez, bir müzisyen, bir politikacı şiirimizi alır sonra, yaptıklarımızı anlatamadığımızdan, gündemi, geleceği derinden etkiler, tek örnek ayrıksı bir örnek bile olsa.

KAYNAKÇA

PERÇEMLİ SOKAK: OKTAY RİFAT, YEDİTEPE YAY.,1956

DÜNYANIN EN GÜZEL ARABİSTANI: TURGUT UYAR, CAN YAY.,1994

MARX İÇİN: LOUİS ALTHUESSER, İTHAKİ YAY., 2002