Bilinç ne denli önemli. Gece!

ROMANTİZM...

ROMANTİZM (COŞUMCULUK)
ALİ AKGÜN
“Hepimiz coşumcuyuz” Michel Butor

Michel Butor bu sözü söylerken aklından neler geçiyordu kestirmek güçtür. Belki tüm insanları düşünerek bu sözü söylemiş olabilir. İnsanlar akılları yerine duygularıyla hareket ettiklerinde, onları “romantik” kavramını kullanarak tanımlamaya çalışırız. Belki de Butor, ortaya çıktığından bu yana Romantizm’in (Coşumculuk’un) tüm dünyadaki sanatçıları ne kadar yoğun etkilediğini duyurabilmek için bu sözü kullanmıştır. Bu noktada Butor’un edebiyatı kendi dinamikleriyle düşünmeyi amaçlayan Yeni Roman Akımı’nın önde gelen kişilerinden biri olduğu da unutulmamalıdır. O zaman bu sözün genelde sanat özelde edebiyat kavramları düşünülerek kullanıldığı daha kabul edilebilir. Bu yazıda onun sözüne kulak vererek Romantizm (coşumculuk) akımının özelliklerini, kaynaklarını kısacası ne olduğunu ortaya koymaya çalışacağız.

Romantizm’in (Coşumculuk) Kaynakları

Romantizm Akımı’nın kaynakları konusunda yazılan yazılarda ve araştırmalarda benzer noktalar üzerinde durulur. Akımın ortaya çıkmasında ve daha sonra birçok ülkede etkisini göstermesinde iki durum etkili olmuştur. Bunlardan ilki 18. yüzyılı etkisi altına alan “Aydınlanma Felsefesi”dir.

Aydınlanma Felsefesi kendinden önce yaşananlara bir tepki niteliğinde gelişmiştir. Ortaçağı etkisi altına almış dinsel yoğunluklu düşüncelerin yerini “akıl” almıştır. Aklı merkeze alan insanlar kendilerine, doğaya ve dünyaya yeniden bakmayı amaçlamışlardır. Tüm olup bitenler aklın eleştirisi ile süzgeçten geçirilmiş, yeni keşifler ve icatlar gerçekleşmiştir. İnsanlar akıl yoluyla geleceklerini yeniden kurabileceklerini düşünüp umutlanmışlardır. Bu dönemde Newton ile Kopernik bilim alanında, Descartes ile Kant da felsefe alanında ortaya koydukları düşüncelerle günümüz modern dünyanın temellerini şekillendirmişlerdir. Bu gelişmeler Avrupa’da özgür bir ortamın oluşmasını sağlamış, insanlar duygu ve düşüncelerini ortaya koydukları sanat yapıtlarında dile getirmeye başlamışlardır. Fakat burada Romantizm açısından önemli olan kişi Jean- Jacques Rousseau’dur. O, duygu ve düşünceleri ile Fransız İhtilâli’nde önemli bir yere sahip olurken Romantizm Akımı’nı da derinden etkilemiştir. Tahsin Yücel’e göre akıldan çok duyguyu öne çıkarttığı için Rousseau, Romantizm açısından önemlidir. “Rousseau, Bernardin de Saint-Pierre, bir ölçüde de Diderot, hep usun üstünlüğünü, hep ölçülülüğü savunmuş yazarların tersine, en büyük değeri duygu ve duyuya vermişler, ölçülülük yerine coşkuyu seçmişlerdir” (“Fransız Coşumculuğu” 60).

Romantizm Akımı’nı etkileyen diğer olay aydınlanma düşüncesinin bir sonucu olarak gerçekleşen Fransız İhtilâli’dir. Fransız İhtilâli özellikle Fransa’daki Romantizm Akımı üzerinde etkili olmuştur. 1789’da gerçekleşen İhtilâl ile birlikte toplum büyük bir değişim içine girer. Başlangıçta toplumun her kesimi ihtilâlin yaydığı olumlu havadan etkilenecekleri düşüncesine kapılır. Ancak zamanla işler değişmeye başlar ve ihtilâl bazı çevrelerin dışında kimsenin işine gelmemiştir. Artık kralın tanrısal hakla ülkeyi yönettiği zamana dönüş yoktur. Öte yandan herkesin eşit haklara sahip olduğu, yönetimde halkın söz sahibi zamanlarda bir türlü gelmemiştir. “Fransız Devrimi evrensel özgürlüğün değil, paranın devrimi olmuştur. Genel olarak bir huzursuzluk havası etrafı kaplamıştır.

Romantizm işte bu iki durumun etkisiyle Klasisizm’e bir tepki olarak 1790’dan yaklaşık 1850’lere kadar Avrupa’da etkili olmuş bir akımdır.

Romantizm’in (Coşumculuk) Özellikleri

Romantizm’in kaynaklarında Fransız Devrimi’nin yarattığı olumsuz havadan bahsetmiştik. Bu olumsuz hava o dönemde yaşamış sanatçılarda umutsuzluğa neden olmuş. Toplumla ilgili beklentileri gerçekleşmeyince sanatçılar kendi içlerine kapanıp bireysel duyguları işlemişlerdir. Yapıtlarında “yalnızlık” konusunu daha çok ele almaya başlamışlardır.

“Bu durumda, ne kesin ilkelerden, ne sürekli kurumlardan, ne de durmuş oturmuş düşünce inançlarından söz edilebileceğine göre, bireyciliğin bütün düzlemlerde gittikçe artan bir önem kazanarak her şeyin önüne geçmesini doğal bir sonuç olarak görmek gerekir” (“Fransız Coşumculuğu” 63). Bireycilik ve yalnızlık duyguları aynı zamanda sanatçıların “yabancılaşmaya” yönelmelerine neden oldu. Yaşanılan umutsuzluğu ve yalnızlığı Alfred de Vigny “Dünyadan Uzak” şiirinde yoğun bir biçimde anlatmaktadır:

Gözü sendeki o pis o hayasız yabancının;
Yürü git korkusuzca; şehirleri ko git,
Uzak tut ayaklarını o tozlu yollardan,
İşte uzak kentler, bizim gözümüzle bak git.

Yazılı kayaları gibi tutsak insanlığın
Geniş barınaklardır o tarlalar, ormanlar
Karanlık adalarla çevrili deniz gibi hür.
Yürü elinde çiçekler tarlalar arasından.

(“Fransız Coşumculuğu” 83)

Bireyselliğini yaşayan ve topluma yabancılaşan sanatçı aradığı yalnızlığı, dinginliği doğada buldu. Özellikle burjuvaziyle birlikte gelişen kentlerdeki gürültü ve kargaşadan kaçan birey doğaya sığınır. İnsanlarla kuramadığı sıcak ilişkileri doğayla kurar. “Sanatçı, tolumla bağıntıları zayıfladığı oranda doğaya yaklaşır” (“Fransız Coşumculuğu” 64). Bu nedenle Romantizm etkisindeki sanatçıların yapıtlarında doğa betimlemelere ve doğada geçen sahnelere çok sık başvurdukları söylenebilir. Alphonse de Lamartine’in “Göl” şiiri sanatçıların doğaya gösterdikleri ilgiye örnek verilebilir:

Ey göl! Dilsiz kayalar! Mağaralar! Kuytu orman
Siz ki zaman esirger, tazeler havasını,
Ne olur, ey tabiat, o günlerin saklasan
Bari hatırasını!

Sakin demlerde olsun, deli rüzgârlarda olsun,
Güzel göl, etrafını süsleyen oyalarda,
O kapkara çamlarda, suların upuzun
Dökülen kayalarda! (“Fransız Coşumculuğu” 82)

Lamartine’in yukarıdaki alıntılarda doğayı büyük bir hayranlıkla betimlediği hissedilmektedir. Lamartine ve diğerlerinin doğaya kaçışlarını Tahsin Yücel “uzamsal” bir yabancılaşma olarak görmektedir (“Fransız Coşumculuğu” 63).
Bireyselliğinin peşinden giden sanatçılar, doğayla birlikte zamanda da kaçacak yerler ararlar. Zamanda sığındıkları yer “geçmiş zamanlar” olur. Fakat bu zaman klasiklerin başvurdukları Yunan-Latin kaynakları değildir. Romantizm aradığını ulusal efsanelerde, Hıristiyanlık öykülerinde bulmuştur. Walter Scott’un tarihi romanları, Chateaubriand’ın Hıristiyanlığı öven sözleri bu sığınmaya kaynaklık etmişlerdir. Victor Hugo “Boaz Uykuda” şiirinde şunları dile getirmektedir:

İsraillerin başında bir hâkim vardı:
Ömrü çadırlarda geçen adam, toprakta
Devlerin ayak izini görür, korkardı;
Toprak tufan sularıyla ıslaktı hala

Uyuyordu Boaz, Yakup’un, Yahuda’nın
Uyuduğu gibi, dalla örtülü üstü;
Birdenbire başı üzerinde, semanın
Aralanan kapısından, bir rüya gördü. (“Fransız Coşumculuğu” 75)

Yukarıdaki alıntıda olduğu gibi sanatçıların Hıristiyan öykülerine dönmeleri Tahsin Yücel’e göre “zamansal” yabancılaşmanın bir sonucudur (“Fransız Coşumculuğu” 63).

Romantizm’in (Coşumculuk) Biçim ve Dilde Yaptığı Yenilikler

Romantizm Akımı bir tepkinin sonucunda doğmuştu. Bu tepki bazen topluma, bazen yapılan haksızlıklara, en çok da kendinden önce oluşturulan tüm kurallara olmuştur. Bir önceki zamanda düşüncelerini soyluluk, yücelik kazandırdıkları “dil”le kurmaya çalışan bir akım vardı. Romantizm bunun tam tersini yaparak dili soyluluk ve yücelikten kurtarıp duygularını, düşlerini günlük kullanılan sözcüklerle anlatmayı denemişleridir. Victor Hugo yeni bir dil oluşturma düşüncesini şu sözle açıklıyor: “emektar sözlüğe kırmızı başlık giydirmek” (“Fransız Coşumculuğu” 65).
Dilde böyle bir arayış doğrudan oluşturulan metinlerin biçimine yansımıştır. Kimi zaman şiir düzyazıya, kimi zaman da düz yazı şiire yaklaştırılmıştır. Sanatçılar daha çok duygularını en iyi aktaracak anlatım biçimini bulmayı denemişlerdir. Biçim arayışı bazı türlerin oluşmasına, bazı türlerin de diğerlerine göre daha fazla önem kazanmasına neden olmuştur.

Romantizm’in biçim ve dil arayışının en önemli göstergesi tiyatroya yeni bir türün kazandırılmasında etkili olmuştur. Bu yeni türün adı “drama”dır. Drama aslında Romantizm’in kural tanımazlığının da bir sonucudur. Daha önceki “komedi” ve “trajedi” türleri hem üç birlik kuralı ile hem de diğer kurallar ile duyguların aktarımını sınırlandırıyordu. Bu kurallar olmadan metnin içinde dolaşmak isteği ağır basınca kişilerin ve olayların mekân, zaman olarak sınırlanması gereği ortadan kalkar. Ayrıca insanların yaşadığı komik ve acıklı duyguların farklı metinlerde aktarımı da son bulur. Artık yazar, bu duyguları “dram” denilen yeni tür içinde işleyebilecektir.

Sanatçılar yeni türlerin yanında bazı türleri daha çok kullanmaya başlamışlardır. Bireyselliği öne çıkaran sürekli yalnızlığını, iç dünyasında yaşadıklarını anlatmak isteyen yazarlar kendilerine uygun anlatım türü olarak “otobiyografik romanları” öne çıkartmışlardır. Öte yandan zamansal yabancılaşmayı yaşayan yazarlar da “tarihsel romanları” kendilerine uygun görmüşlerdir. Bu nedenle Romantizm akımı yazarlarının çok sayıda roman ortaya koydukları söylenebilir.

Eleştirmenler ise yukarıdaki gelişmelerden uzak kalmamışlardır. Yapılan eleştiriler yazarın yaşamından, çevresinden, yaşadığı ruhsal durumlardan yola çıkmıştır. Eleştiriler günümüzdeki gibi metin merkezli değil, yazar merkezli olmuştur.

Sonuç

Metnin giriş bölümünde Michel Butor’un “Hepimiz coşumcuyuz” sözüne değinmiştik. Romantizm yukarıda ne gibi yenilikler yaptığını açıkladık. Edebiyata bireysel duyguları kazandıran, dilde ve anlatım türlerinde (drama örneğinde olduğu gibi) önemli katkıları olmuş bir akımın etkisini düşünerek Butor’un bu sözü kullandığını artık daha kesin söyleyebiliriz. “Coşumcularla çağdaş yazın arasında kesin bir süreklilik vardır” (“Fransız Coşumculuğu” 68) diyen Butor’dan başka bir şey düşünmesi de beklenemezdi.

Kaynakça

Yücel, Tahsin. “Fransız Coşumculuğu”. Türk Dili 349 (Ocak 1981): 59-83.