
Çıplak Doğa denilen doğayla aram hiçbir zaman iyi olmadı. İnsansız Doğa bana göre değil galiba. Aklıma hep, böcekler, türlü türlü çıyanlar gelir, belki fazla şehirliyim.
Ancak, işte hepimizin epeydir bir derdi var, doğaya sahip çıkmak zorundayız. Bu, benim açımdan nasıl olacak bir türlü kestiremiyorum. Hep karşıma çıkan, eprimiş söylemler, doğayı sev, ona dokunca verme.
Televizyonlarda, doğayı korumak için ayrılan zamanlarda yetersiz. Hani insanların en fazla vakti tv karşısında geçiriyorlar ya ondan da bir fayda yok. İşte biraz doğayı sevdirmek için, çeşitli adamları, kadınları, ormanların ortasına bırakıp, kurtulmalarını bekliyorlar tv’de, zevkle seyrediyorum, doğa sporlarını sevdiğimden mi, sporu sevdiğimden mi, bir şeyler de öğreniyorum.
Hani ilk bakışta, yazarlık, şairlik, doğanın pek içinde yer edinmez. Yazarlar, şairler, genelde kent kültürü ile büyümüşler, beslenmişler, ürünlerini öyle ortaya koymuşlardır. Doğayla ilgilenen kim var, Hemingway, ilk aklıma gelen, Bozkır kurdu, eh biraz. Genelde av sporlarıyla özdeş doğayla ilgilenen yazarlar arasında. Onu yenme, benim aklıma başka gelmiyor. Zaten adam doğada nerede yazsın kitabını…
Gene de son yıllarda bir kıpırdanma var, zannımca. Ancak bu yukarıda resmi görülen, National Geographic, araştırmalarının ötesine geçmiyor. Belki dünyayı gezmek, parasal imkanlara bağlı olduğundan. Belki tüm Akdeniz şeridini, şu jandarma arazi taşıtlarının birini satın alır, bir gün gezerim, neden mi bu arazi taşıtı, bir özelliği yok çocukluğumdan beri hoşuma gidiyor. Tabii, gezecek param olsa da bir gün, rezilliği göze alabilirsem.
Amazon hala uzak, burası bungun.