Karagöz ile Hacivat, bizim toplumumuzun en rafine yanını oluşturur. Gülmece eğer, mantığın, duyguların dışında yer alıyorsa, bir “hak” savunması ise, insanın en rafine durumu ise, olduğu gibi insanı işaret ediyorsa, Karagöz ile Hacivat bunun en temel kanıtlarındandır. Yalnızca insan olmak vardır Karagöz ile Hacivat’da. Poetika yer edinmez: Poetika ne demekse. (Cem Uzungüneş’in harika bir eleştirisi vardır, Poetika sözcüğünün kullanılması hakkında, derginin adını anımsayamadım, yeri gelmişken belirteyim…)
Karagöz’ün “cahillikleri”, ile Hacivat’ın “bilmişliği” aslında, gülmeceyi bir tanım olarak değil de kişiliklerinde bulunduran, gülmeceyi çok iyi bilen, doğuştan gelen bir ekinin ürünüdür, gülmecenin nerede ortaya çıktığını anlayan bir ekin.
Baudalaire’nin, Gülmenin Özü adlı kitabı, Batı’nın gülmece üzerine düşüncesini de ortaya koyar, aslında, bu tanım Baudalaire’yle beraber bir tanım ortaya koymama neden olmuştur. Gülmece Baudalaire’e göre, bir şeyi ortaya çıkaran ya da bir şeyin üzerini kapayandır. Bu tanım Batı’nın gülmeceye bakışının tipik bakışıdır, tiyatroya, yazına bakışı da bundan ibarettir, en genel anlamda. Biz ve onlar diye bir tanım koymak istemem ama bu, öyledir. Onlar (Batı), bir tanımın, hikayenin uzak duruşunda var ederler, gülmeceyi, hikayeyi, dramayı. Batının gülmecesi bize bu anlamda yakın değildir. Halkın içine girmez, uzaktan bakar gibidir, o yüzden drama bizim ekinimizde hep dışarıdadır. İroniye, kurmacaya, kurguya yakındır, gülmece anlayışları, dramaları, ekinleri, en azından bana öyle gelir. İnsanı ikiye böler, iyiler, kötüler, kurnazlar, bilgeler, aynı an da yoktur, geniş bir zaman içindedirler.
Karagöz, Hacivat aynı an da aynı zamanda vardırlar, hoş başka karakterlerde vardır, gösteri içinde, ancak, biliriz ki Karagöz’le Hacivat saltık görünecektir. Benim gibi tiyatrodan uzak duran biri için, ekinin salt yanılgısıdır, Karagöz Hacivat. Biraz anarşi vardır onlarda, kendilerini var ederler, kültürlerini…
Bütün savları, “olumlu eleştiri” üzerine bulundukları yerdedir, Karagöz’le Hacivat’ın. Shekaspaere’nin yanılgısı, draması, De Bergerac’ın da karakterine de yansırken, biz de dram, derin hoş görüyle, yeni bir yer oluşturur, Batı’dan, ayrılır. Karagöz ile Hacivat filminde de dramadan, tiyatrodan ayrıldığı yeri, bir bölümünde imler. Biz de var olan, bizim olan, uzaktaki bir yazarın, bungunluklarıyla ortaya çıkmamıştır, “iki” karakter. Artık böyle işler kalmadı belki, ancak bizim yazınımızın geldiği yerlerden biri budur. Bizde hiç var olmayan bir olayı imledim, günümüzde böyle yazarlar var olsa, en azından deneyenler için “acı bir son” şüphesizdir. Hayy, hakk!
Dipnot: Dramayı, beğensem de, (Shakespeare,) beğenmesem de (tiyatro, sinema), şüpheli bir alan hep var olacaktır. Drama yazarı, Batılı Bilim Adamları’na göre, halka en yakın, dehası, en yüksek olan kişilermiş, yani IQ’su en yüksek kişiler. Bu bağlamda, Osmanlı Kültürü, dramasız, üç yüz, dört yüz yıl dünyanın nasıl hakimi oldular, Selçuklu’yu da sayarsak her halde epey bir zaman eder. Aşk-ı Zulmat.
Karagöz’ün “cahillikleri”, ile Hacivat’ın “bilmişliği” aslında, gülmeceyi bir tanım olarak değil de kişiliklerinde bulunduran, gülmeceyi çok iyi bilen, doğuştan gelen bir ekinin ürünüdür, gülmecenin nerede ortaya çıktığını anlayan bir ekin.
Baudalaire’nin, Gülmenin Özü adlı kitabı, Batı’nın gülmece üzerine düşüncesini de ortaya koyar, aslında, bu tanım Baudalaire’yle beraber bir tanım ortaya koymama neden olmuştur. Gülmece Baudalaire’e göre, bir şeyi ortaya çıkaran ya da bir şeyin üzerini kapayandır. Bu tanım Batı’nın gülmeceye bakışının tipik bakışıdır, tiyatroya, yazına bakışı da bundan ibarettir, en genel anlamda. Biz ve onlar diye bir tanım koymak istemem ama bu, öyledir. Onlar (Batı), bir tanımın, hikayenin uzak duruşunda var ederler, gülmeceyi, hikayeyi, dramayı. Batının gülmecesi bize bu anlamda yakın değildir. Halkın içine girmez, uzaktan bakar gibidir, o yüzden drama bizim ekinimizde hep dışarıdadır. İroniye, kurmacaya, kurguya yakındır, gülmece anlayışları, dramaları, ekinleri, en azından bana öyle gelir. İnsanı ikiye böler, iyiler, kötüler, kurnazlar, bilgeler, aynı an da yoktur, geniş bir zaman içindedirler.
Karagöz, Hacivat aynı an da aynı zamanda vardırlar, hoş başka karakterlerde vardır, gösteri içinde, ancak, biliriz ki Karagöz’le Hacivat saltık görünecektir. Benim gibi tiyatrodan uzak duran biri için, ekinin salt yanılgısıdır, Karagöz Hacivat. Biraz anarşi vardır onlarda, kendilerini var ederler, kültürlerini…
Bütün savları, “olumlu eleştiri” üzerine bulundukları yerdedir, Karagöz’le Hacivat’ın. Shekaspaere’nin yanılgısı, draması, De Bergerac’ın da karakterine de yansırken, biz de dram, derin hoş görüyle, yeni bir yer oluşturur, Batı’dan, ayrılır. Karagöz ile Hacivat filminde de dramadan, tiyatrodan ayrıldığı yeri, bir bölümünde imler. Biz de var olan, bizim olan, uzaktaki bir yazarın, bungunluklarıyla ortaya çıkmamıştır, “iki” karakter. Artık böyle işler kalmadı belki, ancak bizim yazınımızın geldiği yerlerden biri budur. Bizde hiç var olmayan bir olayı imledim, günümüzde böyle yazarlar var olsa, en azından deneyenler için “acı bir son” şüphesizdir. Hayy, hakk!
Dipnot: Dramayı, beğensem de, (Shakespeare,) beğenmesem de (tiyatro, sinema), şüpheli bir alan hep var olacaktır. Drama yazarı, Batılı Bilim Adamları’na göre, halka en yakın, dehası, en yüksek olan kişilermiş, yani IQ’su en yüksek kişiler. Bu bağlamda, Osmanlı Kültürü, dramasız, üç yüz, dört yüz yıl dünyanın nasıl hakimi oldular, Selçuklu’yu da sayarsak her halde epey bir zaman eder. Aşk-ı Zulmat.