Sanat Tarihi, güncel koşullar içinde, her hangi bir düsturu canlandırmaya çalışan, bir alan, bir öykünme koruyucusu olarak yer edinmiştir. Genel, geçer güncel olaylarda yardımcı olmuştur bu görüntüye. Fluxus, Dada, Pop hepsi bir izlence gibidir adeta. Bu izlenceyi takip edenlerin koruyucusu, kollayıcısı da Sanat Tarihi’dir.
Sayın: Selçuk Mülayim’in tanımı bir künye gibi üzerine yapışır, yukarıdaki izlenceye. Tanım: “Maddi kültür eşyası” diye tanımlar, araştırılan, araştırılması gereken yapıtı. Selçuk Mülayim değerli bir öğretim üyesi şüphesiz, tanımı da yerli yerindedir, bir olanak alanı geliştirmesi, bu tanımı yetersiz bırakır.
Sanat, zaten tanımı ve doğası gereği, gelişmiş toplumlarda kendine yer edinir, en azından sanatla ilgilenmek belirli bir maddiyat gerektirir. Gerekli olan maddiyattan sonra oluşansa yukarıdaki tanıma göre bir sanat yapıtıdır, katılmamak elde değil, ancak yetersiz kalır.
Temelde sanat kelimesinde de bir soru/sorun var gibi görünür, tanım incelenmeye başlandığında: Sanat, artık bir maddiyattan sonra oluştuğu için, varoluş için gerekli olan ortam, yalnızca varsıl alanı oluşturur. Öyleyse bir yapıta sanat demeden önce, varoluşunu tamamlamış olması gerekir ki, ilkselleri, yeni oluşmak için çabalayan, kuramsal biçemleri dışarıda bırakır. Bu varoluştan sonra sanatın ortaya çıkması ise bir izlek kayması değil midir?
Günümüzde ve birkaç yıl dönümü sonucunda ortaya çıkan, çıkacak olan bir varoluş kaygısı olmayı sürdürecektir. Sanat Tarihi hazır mıdır?
Bu bağlamda, Sanat Tarihi’nin adlandırılışında da bir yaklaşım hatası ortaya çıkar. Tanım belirsizliğini korurken, ismen olan hata, tanımında gereksizliğini ortaya çıkarır.
Tarihin tanımında da görülen, olgu ve olayların incelenmesi, Sanatın Tarihi nedir sorusunu oluşturur. Sanatın Tarihi, olgu ve olayların yeknesaklığından çok –yeknesaklık, varoluşunu kanıtlamaya çalışan, “sanatçı”nın, Psikyatr alanını da oluşturur.- gene maddi kültür eşyasına dönüşünce, -atlamayalım, gerekli bir yaklaşımdır bu ama noksandır- anlam kaymaları oluşur. Anlam kayması Sanat Tarihi’nin, Tarih’in bir kolu olması savıyla iyice pekişir. Perspektif “bütün” düzleminden “matris” düzlemine iten yaklaşım, Tarih’in tanımını gerekli kılar, -bu yaklaşım benim değil, Sanat Tarihi’ni, yazıdan soyutlayanların yaklaşımıdır- Tarih tanımının genel kabulü ne idi: İnsan topluluklarının geçmişteki yaşayışlarını (boy, klan, beylik, devlet…) birbirleriyle olan ilişkilerini (kültürel, ticari…) neden-sonuç ilişkisini içerisinde (birbirleriyle ilişkileri) yer ve zaman göstererek, belgeler ışığında nesnel (objektif) sosyal bilim dalı. Buradan hareketle zaten Sanat Tarihi’nin tanımı, Tarih tanımından oluşturulmuş gibidir. Neyse ki Tarihçiler o kadar uyanık değiller, ancak işin farkındalar, Sanat Tarihi’ni hâlâ Tarih’in bir alt dalı gibi görüyorlar.
Varoluşunu tamamlamış, öykünmeden –Tarihin alanından uzakta duran- uzak olan bir alandır Sanat Tarihi. Maddi kültür eşyaları ise yöntem sorunudur.
Sayın: Selçuk Mülayim’in tanımı bir künye gibi üzerine yapışır, yukarıdaki izlenceye. Tanım: “Maddi kültür eşyası” diye tanımlar, araştırılan, araştırılması gereken yapıtı. Selçuk Mülayim değerli bir öğretim üyesi şüphesiz, tanımı da yerli yerindedir, bir olanak alanı geliştirmesi, bu tanımı yetersiz bırakır.
Sanat, zaten tanımı ve doğası gereği, gelişmiş toplumlarda kendine yer edinir, en azından sanatla ilgilenmek belirli bir maddiyat gerektirir. Gerekli olan maddiyattan sonra oluşansa yukarıdaki tanıma göre bir sanat yapıtıdır, katılmamak elde değil, ancak yetersiz kalır.
Temelde sanat kelimesinde de bir soru/sorun var gibi görünür, tanım incelenmeye başlandığında: Sanat, artık bir maddiyattan sonra oluştuğu için, varoluş için gerekli olan ortam, yalnızca varsıl alanı oluşturur. Öyleyse bir yapıta sanat demeden önce, varoluşunu tamamlamış olması gerekir ki, ilkselleri, yeni oluşmak için çabalayan, kuramsal biçemleri dışarıda bırakır. Bu varoluştan sonra sanatın ortaya çıkması ise bir izlek kayması değil midir?
Günümüzde ve birkaç yıl dönümü sonucunda ortaya çıkan, çıkacak olan bir varoluş kaygısı olmayı sürdürecektir. Sanat Tarihi hazır mıdır?
Bu bağlamda, Sanat Tarihi’nin adlandırılışında da bir yaklaşım hatası ortaya çıkar. Tanım belirsizliğini korurken, ismen olan hata, tanımında gereksizliğini ortaya çıkarır.
Tarihin tanımında da görülen, olgu ve olayların incelenmesi, Sanatın Tarihi nedir sorusunu oluşturur. Sanatın Tarihi, olgu ve olayların yeknesaklığından çok –yeknesaklık, varoluşunu kanıtlamaya çalışan, “sanatçı”nın, Psikyatr alanını da oluşturur.- gene maddi kültür eşyasına dönüşünce, -atlamayalım, gerekli bir yaklaşımdır bu ama noksandır- anlam kaymaları oluşur. Anlam kayması Sanat Tarihi’nin, Tarih’in bir kolu olması savıyla iyice pekişir. Perspektif “bütün” düzleminden “matris” düzlemine iten yaklaşım, Tarih’in tanımını gerekli kılar, -bu yaklaşım benim değil, Sanat Tarihi’ni, yazıdan soyutlayanların yaklaşımıdır- Tarih tanımının genel kabulü ne idi: İnsan topluluklarının geçmişteki yaşayışlarını (boy, klan, beylik, devlet…) birbirleriyle olan ilişkilerini (kültürel, ticari…) neden-sonuç ilişkisini içerisinde (birbirleriyle ilişkileri) yer ve zaman göstererek, belgeler ışığında nesnel (objektif) sosyal bilim dalı. Buradan hareketle zaten Sanat Tarihi’nin tanımı, Tarih tanımından oluşturulmuş gibidir. Neyse ki Tarihçiler o kadar uyanık değiller, ancak işin farkındalar, Sanat Tarihi’ni hâlâ Tarih’in bir alt dalı gibi görüyorlar.
Varoluşunu tamamlamış, öykünmeden –Tarihin alanından uzakta duran- uzak olan bir alandır Sanat Tarihi. Maddi kültür eşyaları ise yöntem sorunudur.