Bilinç ne denli önemli. Gece!

SAYRI VE YAZI

Sayrı ile yazının arasındaki bağ nasıldır, hangi bağlamlarda değerlendirilebilir. Kendime sorduğumda soruyu pek net yanıt alıyorum, aklıma pek de iyi şeyler gelmiyor. Blake, Lautrémont, Poe, Rımbaud, yazını yönlendirmiş, ancak yazının, fiziki yanından çok, tinsel yanında yer alan, neredeyse epey “sayrı” yanında yer alırlar.


Vadideki Zambak yazarının, bitmek bilmeyen hemoroid sıkıntısı, Dostoyevski’nin kumar tutkusu ve mide ağrıları (Dostoyevski değil miydi? Yalnızca örnek o kadar önemli değil.) fiziki sıkıntıdan yakınanlardan ilk aklıma gelenler.


Türk Yazını’nında ise Sevim Burak, Nazım Hikmet, Orhan Veli, Sait Faik ilk aklıma gelenler. Ancak bu kişiler daha çok fiziki rahatsızlıkları ile ön plana çıkanlar. Sait Faik’in bir askerlik sıkıntısından Yaşa Nabi söz eder.


Sevim Burak ve Nazım Hikmet kalp hastası, Orhan Veli beyin hastalığı –onun suçu muydu, belediyenin mi hâlâ belirsiz, hatta komplo teorileri bile üretilir, zamanın ajanları öldürmüştür vb…-. Bir de Oğuz Atay beyin tümorü. Gene de yazılarını hangi boyutta etkiledikleri kesin değil.


Türk Yazını’nda yer alan yazarlarımız, şairlerimiz, belki de söz etmek istemiyorlardı, sayrılarından. Genel yaş sınırlarıyla zaten, sağlıklı bir ortalamaya sahibiz. Bu sayrı olaylarını inceleyince, bizim yazınımızın sicil defteri temiz gibi, ufak kaprislerin dışında pek de sıra dışı değiliz. Avrupa Yazını ile ayrılmamızın nedeni nerede başlar, “çile”yi bizden fazla mı çekmiş Avrupa Yazını, belirsiz, ancak bizden daha çok “delileri” “tuhaflıkları” ile ön plana çıktıkları kesin. En azından bir yığın akımları var. Sahi bir akım ismi niye konur.


Bizim yazınımız, çağdaş kentte yaşayan insanların sorununu, Birinci Yeni ile mi başlatır, ondan mı kaynaklanır, bu sayrılar, delilikler.


Gelenekle bağını koparmak istemez bizim yazınımız, buradaki gelenek, eşya ile ilişkisine bağlanır. Çağdaş Avrupa Yazını, kendisine çok büyük bir imge dünyası oluşturmuştur, bu imge dünyası “mistik” bir dünya değildir. “Dini” bağlam içerisinde yer alan bir imge haliyle hiç değildir. Kendine özgü bir dünyadır, “gerçek” bir imgenin oluşumuyla yer alır. Coleridge’nin, Blake’in, Lautrémont’un dünyasının parçalarıdır. Zola ise, bu dünyanın tam tersi bir dünya “kurmuş” imgeye ise çok nadir yer verir. Tamamen “somut” bir dünya. Örnekler çoğaltılır, ancak, bu iki düzlemde yol alır, Avrupa Yazını.


Bizim yazarlarımız ise ne kadar, Avrupa Yazın Dünyası’nı anlamaya çabalasalar da, özgün bir dünyadır. Kabaca ifade etmek gerekirse “deli ile veli” ikisi birden var olur. Avrupalı yazar, nadir örnek olsa da bir eşya ile bir tini barındırır. Çok “anlamlı” olmasa da genel hatlar bundan ibarettir. Türk Yazını’nın bölümlere indirilmesi (Divan, Meşrutiyet, Cumhuriyet… ) Avrupa Yazını ile ilintilidir.