Divan Edebiyatı’nın, dize bölünmelerinin, uyak duruşlarının, bir devenin adımlarına göre “icad” edildiği kaynaklarca belirtilir, umarsız bir yaklaşım; çölün adımları mı demek daha mantıklı, uzayan kısalan bir duruş mu? Çölün adımları mı…
Kent’e gelince durum pek değişmez (Romalılar iyi mi ne!), esasında kent sözcüğü biraz yetersiz kalır, sözcük biraz mürekkep yalamış birine, ızgara planlı gelişimi, açılımı yeterli, konusu tutarlı (binalar/yerleşimler), bir oluşumu akla getirir. Şehir kelimesinden hareket edince (çölün adımları değişti mi ne?), zorunlu bir çıkmaz sokak karşımıza çıkar, sırf kelimenin kökeninden dolayı; çünkü çıkmaz sokakların oluşma nedeni zorunluluklardan değil, etnik yapıların isteği üzerinedir, (birinci örnek Leyla vü Mecnun). Yaklaşım şudur: Hıristiyan, Yahudi, Müslüman, mahalleleri, birbirinden ayrılır, tek birleşme yerleri, alış verişin yapıldığı, tecimin geçerli olduğu alandır. Hatta, Müslüman, mahalleler bile –dedim ya Leyla vü Mecnun- klanına, kavmine göre çıkmaz sokaklara bölünür. Basit bir örnek, “Günaydınım, Nar Çiçeğim”, adlı şarkıda, “Çıkmaz sokaklarda bu minyatür kim” der şair/söz yazarı. Dönemin, zamanın koşullarında başka bir ifade biçimi söz konusu bile değildir.
Cemal Süreya, akıllı bir adam, Folklor Şiire Düşman’ı yazarken, neyin nasıl olduğunu çok iyi kavramış, çağdaşlık bir suç ögesini, kavimleşmeyi getirmesin mi demek istemiş, bence evet, kendisi ‘kürt kökenli’ olduğunu belirtse de, kanımca tam bir Jön Türk. Günümüzde bazı siyasi partilerin yaptıklarını görse, zannımca, bunların hepsi, moda deyimle Yeni Osmanlıcı derdi, ‘Kürtler’i temsil ettiklerini söyleyenler bile…
İşin kırsal yanı diye nitelendirilen, Halk Yazını’nın böyle bir sorunu pek yok gibidir, zaten kent/şehir ögesi ile kavgalı bir halleri bile yoktur, anlamazlıktan gelirler kenti, şehri, onaylanması gerekmeyen bir yaklaşım, dönemin koşullarında, Türk Yazını’nın Çağdaş Yazı’yla ilintisi, temsil yeteneğinde, evet kim neyi temsil ediyor, kökene buradan bakmak daha mantıklı, çünkü, Türkçe buradan oluşur, bir hareket yeteneği, sağlar kendisine. Tıkanıklık, varsa sorun gene şehirde, kentte demek ki. Zamanın şehirleri için de geçerli sorun, dışarıya kapalı olmak, “etnik” kimliğin abartılmasına dönüşür.
Anday ise olayı derli/toplu çözüme bağlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nda, üç-dört bin kitap yazılmıştır der, diğerleri yazılan kitapların kopyasıdır diye belirtir. Bana haklı gibi gelir. Kitap zaten yayımlanması, ortaya çıkarılması zor bir uğraş, yıllar öncesinde, üstelik o kadar düşünen bir toplum olsaydık, şimdi durumlar eminim daha farklı olurdu. Kimi kişiler savaşlara bağlarlar, kültürel alanda, geri kalmamızı, pek inandırıcı değil, savaşta yalnızca bizlerden mi bu kadar fazla kayıp var.
Mahallelerimizdeki baskı bir ölçüde doğru demek ki, hele şehirleşme, kent düzenin de olgular gerçekçi, Orta Çağ düzeni ne zamana dek sürer, pek yakın bir zamana dek. On dokuzuncu yüz yıl, -karşı çıkan olacaktır ama diyeyim de kurtulayım- . Ticaretle sınırlarına ulaşan bu mahalleler, kentsel/şehirli yapılaşmamızın ne kadar hatalı olduğunun olduğunun göstergesi, “açıl doğu açıl” diye boşuna söylenmemiş. Eskiden gelen “gelenek” sürüyor, kitap okumama. Berk ise olaya biraz farklı bakıyor: Çıkmaz sokaksız şehir, şehir şehir değildir der, kavimleşme mi, evet, hâlâ sürüyor, açılım ise ticaret mekanı bile değil, karaborsa, yazı karaborsada. Yandaki mahalle ise, onunla aynı mezhepten, ırktan değiliz (!).