Bilinç ne denli önemli. Gece!

Gözüm Orada: Bizans Sultanı

                                         "Şimdi aynı yolu tutan bunlar mı iman edecek"

            Hepimizin bir maskesi (persona) mi var? Yoksa bundan binlerce yıl önce Konya'da diğer kavimlerle, biz kendimizi Müslüman hissederken buluşma noktamız yalnızca çarşı/meydan değil miydi?  Bizans'la aramızda bir ayrım var mıdır? Bizans'la aramızdaki bu ayrım nereden kaynaklanır. Tarihçiler ona Doğu Roma değil de neden bilerek, Bizans yakıştırmasını yapar. İşte kimi kitaplarda bu soruların yanıtı vardır. Bu sorgulama genelde romanlarda görülmez. Ancak son yirmi yılda tarihi romanlar oldukça ufuk açmıştır...

BİZANS SULTANI DİYE BİR KİTAP: İŞ BANKASINDAN

Selçuk Altun kendini başta bibliyofil, koleksiyoner olarak tanımlasa da koleksiyonerliğin ve bibliyofilliğin birinci özelliği, dikkatli okumalardan ayrılamaz olması diye düşünüyorum, bir sanat tarihçisi olarak; böylesine bir betik de ancak dikkatli bir okurun/yazarın, oldukça çok uğraşla, çabayla yazılmış akademik kitapları da okumasıyla oluşur. Dikkatli ve akademik kitaplara meraklı okurun beğenisine de seslenen eğlenceli bir kitap ortaya çıkarabilir bu yaklaşım, bir bakmışsın herkese seslenen... Yazarın, bir diğer yönü ise koleksiyonerlik; koleksiyonerlik gezgin olmayı da beraberinde getirir. Ancak bu biçemde yazılan bir roman, düş ile gerçeğin arasında oluşur. Çünkü yapısı gereği ta eskil dönemlerden beri biz, Romantizm diye bilinen akımın öyle oluştuğunu eğitimimizden biliriz. Yani bildiğimiz anlamda toprağın simgesel olarak temellük edilişi dışında yeniden izler arar yazar/okur/gezgin. Gözümüzün önünde görünen izler mi bunlar? Yetkesi başka biçemle ortaya dökülmüş veya iyice içrek bir yol izlemiş romanlar mı?

İşte bu yapı da "sağlam" bir romantizmin oluştuğu, gezgin, maceracı bir sinematografik yol izlememizi sağlıyor kimi roman. Bu yapı  ilkin sözcük oyunlarıyla karşımıza çıkar görünse de yapı ile yapıt arasındaki ayrımın başlangıcı hiç kuşkusuz, Romantiklerin sorgusuyla başlamak. Eprimiş söylem onların düş dünyasında şekillenir. Zaten bu ayrımı Altun, Godot'nun bekleyişinin yanılgısını, hemen ortaya dökerek ben biliyorum siz diye bir soru sorar sanki. Sonuçta sanat tarihinden tanıdığımız Romantizm, uysallığı aramayan kent soylu bir gelişimle yeniden keşfi icat edendir.

            "ZEYREK'TE BİR BAKİRE"

Kitapta kahramanımızın yaşam öyküsü epey ilerilere, ilerleyen sayfalara kadar devam eder. Tarih, ekonomi, tarih, işin içine girince bu yaklaşım, şaşma, şaşırma oluşturmamalı okuyucu için. Sonuçta Joyce okuyan biri, alımlayıcı/okurun kendi bulsun der kitabındaki tarihi. Ancak günümüzde bu okurun olması pek de mümkün değil gibi, Joyce tarihi roman mı yazar, o da ayrı bir bakış kuşu.  Olası uzak okur için, yazarın, biraz içrek topraklara girmesi ve örgünün bir yerlere, uzak göstergesi olmaması için, yani roman dışında başka bir erek taşımaması için tarihi romanların trapezini oluşturması gerekir. Yalnız burada -bu bölüme kadar olan okumamda- usuma takılan şey, büyük Ayasofya'da yüzlerce insanın, çoluk çocuk demeden bir gece de katledildiği kimi kaynaklarda yazılı, (Bizden biri olmadığını düşündüğüm için Bizans demek içimden gelmez bu Doğu Roma'ya) ona değinilecek mi diye düşünüyorum. Kitap aslında bunun/bu cinayetlerin, hınç kültürünün yetersiz bir savunmaya oturabileceği yargısını savuşturmak için mi anlatılmadı, benim ki yalnızca sesli düşünme burada. Onca tarihe "Eta" bölümünde biraz yanıt veriyor Yazar: Kalan servetimi bu dünyanın en sevimli varlıklarına yoksul çocuklara bağışlardım

            THETA YA DA AKSAKALLI
            
Aslında theta deyince aklıma hep bilincin dışı gelirdi. Burada da bu bölümde de onunla mı karşılaşacağım sorusu usumdan geçti. Theta'dan sonra gelen bölüm boyunca önce ki okumalarına ne denli bağlanmışsın yanıldın işte diye kendi kendime içerlendim birazcık. Ama o da nesi oradaymış yanılmamışım. Bundan senelerce evvel karşılaşmıştım Tezli Roman kavramına, belirli bir tasarıda oluşan romana tezli roman deniyordu. Karşımda bir tezi olan roman mı var yoksa yazar onca dipnotlarıyla karşımıza geçip sorumu soruyor. Yazarların bunu yaptığını biliyoruz, kendileri açıklarlar, çok araştırma yaptım kitabımı tamamlamadan diye. İşte bu da o kitaplardan biri, ancak başından beri savunduğum düş ile gerçek ne olacak, dikkatli yazar, disiplinler arası bağı unutmaz.
            
"MARİFET HEM BİZANS, HEM OSMANLININ ARTILARINA SAHİPLENMEK…"
            
Bu tümce hamasi duygularla, geçmişimize sahip çıkalım tümcesi değil. Bizans Müesseselerinin  Osmanlı Müesseselerine Tesiri bilinmekte.  Tabiatıyla bu yaklaşım crypto-christian yaklaşımı da Osmanlının devraldığı bir adlandırmadan çok, devletin tebasının huzuru ile ilintili olsa gerektir. Kitabın "Mu" bölümünden sonra artık sonuç bölümüne yaklaşırız. Kahramanımız artık "kral" mı olacak, yoksa yazarın kafamızda oluşturduğu, bunların hepsi başka bir oyuna mı gidecek, kahramanımız oraya mı sürükleniyor sorusuna yanıt aramak. Bunları bilmek zor olsa da, betiğin tarihi bir kronolojiyle gitmesi bu soruyu, sorunsaldan çok, ince bir maceraya dönüştürüyor.
            
Okur/alımlayıcı romanın nereye varacağını ne sen, ne ben bilebiliriz bu kitapta, sonuna varmadan. Bileceğimiz son şey ince ince işlenmiş, Bizans aramızda mı sorusunun kafamızda oluşması. Doğu ve Batı'nın doğru imleriyle oluşturulmuş doğru bir kitap. Hem akıllı denen insanlar maruz oldukları yasaklarla delilerden ayrılır: Nomos!

            
Nomos mu? Sonuçta güncel ile tarihi ve düşü birbirine harmanlayan bir romanla karşı karşıyayız.