Bilinç ne denli önemli. Gece!

Bir şeyin varoluşu

Günde dört yüz sayfa okumalı der bir doktora öğrencisi için Alev Alatlı. Doktora zaten, doktordan gelir, o alanı tedavi edici kişisi der doktora yapan için.
Bunları duyunca aklıma yeniden yazar ile sanatçı arasındaki fark geldi. Okulda epey zorluk çektim. Hem maddi hem manevi anlamda. O zor günlerde her hangi bir sanat alanında, bir sanatçı olmak aklıma yatmadı. Bugün de yatmaz. Değil doktora. Ki, benim alanım sanatla doğrudan bağlantılı. Sanat alanında bir sanatçıyı nasıl anlamalıyım? Günde cebimde çay parası olmadığı zamanlardan geçtim, fakat bazen Bilkent Kütüphanesinden, bazen Beytepe’nin pespaye Kütüphanesinden alıp, okuyordum o kadar sayfayı ama bölümüm dışında oluyordu bunlar çoğun.
Bir doktora öğrencisi de değildim. Boş ve tuhaf geldi bana öğretim üyeliği, okuduğum alanda. Fakat bu yıllardaki imkanlarla tekrar dünyama döndüğümde, imkanım olsa daha yararlı olabilecekmişim, yol gösteren olsa. Kaba bilimden uzaklaşır mıydım? Alanımda, özellikle çağdaş kuramlarda başarılı olmak için de çok çok yetkin bir yabancı dilim olmalıydı.
Her hangi bir öğretmenimi pek de anmam doğrusu. Zaten onların da beni pek sevdiğini – sevmek yanlış kelime- sanmıyorum. Ama öyle geçiştireyim. Sonuçta emekleri var üzerimde. Zaten İngilizce’mde zayıf, olamam bir şey deyip, biraz da kendimi parasızlığımla avutup kaçtım belki üniversite yaşantımdan. Fakat bugün yeni bir şey ufkumu açtı birden. Sanki sanatçı olmamamın nedenlerinden biri aklıma düştü birden. En azından onları anlamamın mümkün olmadığı. Duyguyla, us arasındaki nüans.
Neş’e Erdok, resimlerinde yaptığı kedilerin kendisi olduğunu açıklamış, aldığı bir ödül sırasında. Veysel Eroğlu açıkladı bunu televizyondaki bir izlencede. Ben, Neş’e Erdok resimlerine ayrı bir dikkatle baktığımı sanıyordum. Ama o kedinin ikonografik, mecazi bir anlamı olduğu aklımın köşesinden geçmezdi.
Sormazdım da bu soruyu, kedi işte der geçerdim büyük olasılıkla. Çünkü bu dikkate alınacak bir şey değildir benim gözümde. Sanatçının patetik uslamlaması beni ilgilendirmez. Açıkçası bir heyecan duymadım, yıllardır okuduğum alanda. Resim eğer sanatsa, benim açımdan sanat bilinemez bir tutku, böyle bakmam mümkün mü? Bu heyecanı sağlayacak, organik unsurlarda çevremde olmadı. Ama bilmenin disiplinler arası bağlarında gezdim hep. Bilmek önemli benim için, anlamak.
Değerli büyüğüm Celal Soycan, Belediyenin bir izlencesinde, -keşke bu izlence daha yapılsaydı- bir ressamın tutkusunu anlatmıştı, baktım kendime bıyık altından gülüyorum. Onunla, onun devasa tutkusuyla dalga geçiyorum. Konukların da neredeyse tamamı aynı yüz ifadesinde, Celal Bey dışında. Ne kadar da benzemişim bazen çoğa…
İnsanın yaptığından çok, onun işlevsel, somut bağlarında oyalandım. Bir kedi imgesi üzerine düşünmüş olsam, onun tarih, sosyolojiye ve hatta belki Fibonacci’ye uyup uymadığını araştırırdım büyük olasılıkla. İşte rasyonel bağlarımdan kopmam çok zor olurdu. Durup bu kedi nedir diye ressama sormak aklıma gelmezdi. Ona bu soruyu sormak benim mektebimde vardı da, ben mi gözden kaçırmışım. Hep bilimin limanlarını gezmişim, ancak yalnız. İşte böyle böyle uzaklaştım belki sanattan, üzücü bir durum yok ama, kendime ait bu gelişimde. Yani ben ‘onlar’dan olamazdım ne de olsa, anladığım, fotoğraf ve yazı ve öyle değildim elbette. FİAP sanatçısı olsam da!
Zoraki okuduğum bu alanda kendime göre bir yol biçtim. Denemeler, yazılar ve onca şeyle birlikte yazmak, düşünmek hâlâ önemli. Hiçbir zaman bir şeyin göstereni ya da gösterileni olmadım belki ama, bu kendine ait alanda, kendime soruyorum şimdi yeniden. Yeterince imkanlarla yetişmiş olsaydım. Hangi sorunsallarla ilgilenirdim. Bilim, özellikle sosyal bilimler, bizim gibi ülkelerde kendini tedavi edecek doktor yetiştirir mi? Bu benim gibi yalnız, iyi kötü okur olan biri için. Son yıllarda artık azıcık imkan olsa da işlerden okuyamıyorum. Sosyal bilimler benim gibi azca yazar, kendi halinde biri için hangi yolu imler.
Sokağa çok sık bakıyorum bazen, akşamları gün batımında çoğun ve sabah gün doğarken. Söyleyemediklerimi söylüyorum kaleme…
Genelde evde kalmak bana iyi gelir. Ancak bunlara alışmak bir çeşit ceza. Zenginler için bu evde kalmak. Bizim gibi emekçilere iyi gelmez, en azından kendi adıma. Bu bir çeşit bir şeyin varoluşu. Kitabını oku, sporunu yap, gelecek kaygısı güden bir ruhum için afakanlar basıyor böyle durumlarda. Öyle olunca insani ilişkileri belki zayıf, hatta tükenmiş bir gece hayatına sahibim. Hatta bundan dolayı bana kırılan bir arkadaşım vardır belki. Geceleri evden iki yıldır çıkmadım. Onda da bir akşam yemeği daveti. Şimdi durum böyle olunca, patetik bir sanat yaşantısında olamam. Tercih de etmem. Ama işte böyle şeyler kaçırdığım da bazen üzülüyorum.  Derdim bu olsun, hâlâ binlerce insan aç yatıyor. Bu da benim için, bu kaçırdıklarımın önemi yok demek. Ama bunlar bana, yokluğumdan hediye. Alışkanlıklar değişmiyor.