Bilinç ne denli önemli. Gece!

Duchamp’ın Pisuvarı, Pandemi!

Duchamp’ın Pisuvarının bir sanat yapıtı, evet yapıt, olarak görülmesinin üzerinden yüz yıldan fazla geçmiş. Doğru hatırladığımdan emin olmadığım için internette aradım, yüz üç yıl olmuş. Aslında zanaat ile sanat arasında bağ olmadığını tanıtlamak için midir, böyle midir bu pisuvar?
Geçen günlerde bir çiftçi Trump’ın heykelini yapmış, ahırında bulunan hayvanların artıklarından. İşte bu uygulayımca becerikli çiftçinin heykeli hemencecik bana ‘Pisuvar’ı anımsattı. Bir ergen, kendini kanıtlamaya çalışan bir ergen tavrı demişimdir bu tuhaf çalışmalara. Ama ben böyle deyince, onun dünya sanat tarihine mal olmadığını ispatlamaz, bu patetik tavır demem. Olsa olsa, bu eleştiri dikkate alındı derler, eğitimimden dolayı ve bu düşünce üzerine bir tez yapılabilir denir en iyi olasılıkla. Hem heykel hem de Pisuvar için.
Oturduğumuz yerden, araştırmadan, yerleşik tavır eleştirisi üzerine olduğunu hatırlayalım yontunun sanat tarihindeki yerini. Pisuvar bundan ibaret tüze bilimdeki yeri de sabit. Maddi kültür eşyası olarak. Yani topluma mal edilen her şey, müzeye girdiği andan başlayarak topluma mal edilir, yasal sürecin, bulunduğu yere, topluma aittir.  Ama kimseye ait de olamaz. Kelime oyunu gibi görülebilir bu cümle, ama sanatın ilkesel olasılığı onu var eder. Ülküsel özelliği, idealist özelliği bir görüşe göre var olur yapıt/eser. Pisuvar denince aklıma ilkin gelen yüce bir durum değil, onun pislik kokması, Trump içinde aynı tavır geçerli. Yani sevilesi bir maddi kültür eşyası olarak görememek, düşünememek. Ama bu yaklaşım artık öyle değil. Kendini tanıtladı mı Duchamp?
Modernitenin insanı kör etmesi, hele düşünemezliğe sürüklemesi beklenmez, bu tavır post modernin yapısıdır. Çarpıklık asla modernin tavrında yer almaz. Modern nettir, köle yapar. Post modern deli… Tabii ben olması gerekeni açıklıyorum diye sanat yapıtı bilincinin saçmalığından söz edemez değiliz. Yani patetik tavır ortaya çıkar böylece. İnançsız yapı. Bizi sonraları İkinci Dünya Savaşına götürecek olan tavır, savaş sonrasındaysa “hiç”in anlamıyla iyice pekişecektir, şüphesiz. Evet buraya kadar karmaşık duygulardan bahsettim, başından itibaren. Sanatçının, Barok, Romantik dönemden itibaren dünyasından, “her şey” den uzak yapısından.
Bu her şeyden uzak yapı, geçmişin yadsınamazlığına küfür de olabilir. Hem her şeye açık, hem kapalı, yani sorunlu bir dünyanın banilerden kopuk, kafe sanatçılarının dünyası. Biz sanatçı değiliz bize ne bunlardan denebilir. Çocuksu, naif olmak nispeten daha iyi. Ama çocuklarımızı ağlatan, bir sanatçı olmak, patetik bir sanat yaşantısından teslim almak yapıtı, ne yaparsam yapayım beni irkiltiyor. Bireyin temsil yetkisi, kendini temsil yeteneği oldukça becerikli. Sorunları savaşlara, dünyaya atmak en kolayı. Elbette sanatın bu tarzı olacak, olmalı ama bu denli ucuz bir varoluş çabası nedir anlasam da, onaylayamıyorum.
Trump’ın yontusundaysa yukarıda bahsettiğim her şey artık ete kemiğe bürünmüş, burnumuza pek hoş kokular gelmese de ülküsel bağı nasıl da anlattı birden, en azından böyle hissettim. Pisuvar kötü şeyler hissettirse de, sonuçta materyalistlerin çok hoşuna gitmiştir bu tavır.
Bense hâlâ teknik yönü ne kadar başarılı olursa olsun, erdemli olanın peşindeyim. Ama erdemli sanat yapıtının bir hayvan çiftliğinde ortaya çıkması, Tanrı’nın bize verdiği her şeyi takdir etmekte noksanlığım usumda dönüp duruyor. Bir de Covid 19 nedeniyle, Tanrı’nın verdiği her şeyi fazla takdir eden Çin geliyor aklıma.