Varsayalım
Adem’le Havva’nın dünyaya kovuluşu insan için bir sınav değil, birbirinizi
kollayın demek, bu pek çok şeyi değiştirir değil mi? Yani Adem Havva’nın
aynıdır, Havva Adem’in aynıdır. Bir tür uyanış, bir tür devrim. Yani insan
insanın, kederini, sorununu, tasasını çekmek zorundadır. En zor olanıysa, bu
sorunları birlikte geçeriz dediğiniz kişiyi yarı yolda bırakmaktır. İşte en
büyük sorunsal budur. Yani her şeyine güvendiğiniz bir kişiyi yarı yolda
bıraktığınız an, o kişinin deli olması
kaçınılmazdır.
Tarihimiz bu
tür hikayelerle doludur, bu başında belirttiğim hikayenin bir alegori olarak
yansımasını Leyla ve Mecnun’da, Romeo ve Jüliet’te –biraz- buluruz. Ancak
burada anlatacağım, o ilk hale gitmek değil, o ilk halden dolayı Dünya’da
çektiklerimiz. Yani yalan, dolan sonucunda onca savaşların, onca ihanetin
bizlere yaptıkları da değil. Bir ulus fikrinin en güzel tanıtı belki de Adem’le
Havva, bundan bahsetmek.
Biliyoruz ki,
insan pek çok şeye baktığında dikkatini yoğunlaştırması mümkün değil. Ama o
işin başındaki, yolun başındakine inanıyorsa, pek çok şeyin dağınıklık halinden
kendini uzak tutma imkanı vardır, sırf onun için yapar her şeyi. İnsan
kelimesinin, kelime kökeni unutan varlık olması veya isyan eden varlık olması
hep buradan gelir. Yani insanın dikkati tek bir kişi üzerine yoğunlaşabilir. O
tek bir kişiyi bulanlar kendini şanslı hisseder, ancak bu topluma baktığımızda
pek de mümkün görünmemektedir. Bulamayan da çoktur, ah ilkeler!
Ben
yazdıklarımı bir tek kişi için yazıyorum dediğimde, olmaz böyle şey diyen pek
çok kişi çıkmıştı. Üstelik bu yaklaşımı anlamazlıktan gelenlerin “bir şeye
inanan” kişiler olması bana iyice tuhaf gelmişti. O önemli olduğunu hissettiren
kişi için yazılır çoğun yazı. Bu bir davadır İsmet Özel’de olduğu gibi, bu bir
gelecektir, varoluştur ben de olduğu gibi. Yaşantısı boyunca hep tek kalan ve
tek başına bir şeyler yazmaya çalışan benim için, bir tek kişiye yazmış olmam
doğrusu aklına yatmadı pek çok kişinin.
İlk kitabım
yayımlandıktan sonra, o bölük pörçük şiirlerden sonra, yıllarca yazamadım,
yazmadım, noksan nedir onu aradım, hep buradan oraya doğru baktım. Noksanı
bulduğum üç, dört yıl içindeyse, şiirin yazının iyice anlamsız, iyice bir tek
kişi için yazıldığını gördüğümde, kavradığımda bu bir sabah saatiydi, gene onun
sayesinde, o buralarda yokken olan bir durumda meydana geldi, bu gerçekten,
yazmasam, o yokken, ona varamazken yazmasam da olura varıyordu. Yani bir
bütünün içinden mi bakıyordum yazmaya!
Onca yıl
okumasam elbette bu yazı denen şeyin kahrını çekmesem belki ulaşamazdım şiir denen şeyin farkına. Ama hâlâ onun
o gösterişli görkemini bir Melih Cevdet Anday’ın Yağmurun Altında şiiri gibi anlatamadım. Belki hiçbir zaman
anlatamayacağım, belki hiçbir zaman ona kavuşamayacağım.
Bir televizyon
sunucusunun Kardashian’a verdiği karşılıkta bu bağlamda doğruydu. Kadının
kadına yaptığı değil, bize benzeyen insanın bizi savunması önemlidir. Ama bunca
bungunlukta bize yakışıyor. Bense o bir tek olanı anacağım onu fotoğraftaki
dizelerle bir kez daha anayım, düşüneyim:
Sana baktım
hep.
Hep seni
gördüm.
Senin yerin,
senin aklın.
Bir iş
içindeydim. Aklım hep sen!
Esriklik ne
mümkün.