Bilinç ne denli önemli. Gece!

Yerime Düşünenler, Düşündüğünü Sananlar

 

İnsanlarla ilişkilerimiz genelde bildiğimiz nesneler, şeyler çerçevesinde gelişir. Yani en temelden baktığımızda, her şeyi bildiğimizde mutlu oluruz karşılıklı ilişkilerde. Fakat insanın kendisini hesaba kattığımızda, bir yerlere gelebilmesi için pek çok şeyinde üstesinden gelebilmesi gerekir. Daha önce de birkaç kere bahsettiğim gibi iki şey arasında gerili bir unsur vardır, bu nedense, bizi aptal biri haline de getirebilir. Son zamanlarda özneden bahsederken, danışılan Freud dışında bir kişi var Lacan: “Lacancı öznenin en önemli özelliği, hem birleştiren hem bölen bir sistem olan dile dahil olmasıyla birlikte öznenin yabancılaşmasıdır. ... Özne, söylem içinde kendini yanlış tanıyarak tanır. `Ben` ancak ötekinin söylemi içinde –ve söylem olarak Öteki'de- tanındığı zaman varolur ve onuda kendi ben olma hali içinde yansıtır.” İşte buna göre kendi halimize ulaşmak epey zordur. Toplumsal etmenler, başkalarının üzerimizdeki baskıları bizi nerelere gönderir. Çok zekilerimiz bile nasibini alır bundan. Ama bu dil üzerine kurulu mudur, yani yaşamak?

Çok zamandır internette dolaşan dengesiz ve bundan bin yıl öncesine ait fikirleri bizlere dayatmaya çalışan bir kitle var. Bugün vardı, yarında olacak, yani aramızdaki bağ bir kendimizde olan bağ değil de, onların söylediği, yazdığı, bize, bugüne kalan bağla ilintili. Yani biz nasıl bir şeysek onların dediği gibi olmak zorundayız. Dille ilgili bir sorunsalı düşünmek, yaşantımızla ilintili her şeyi kabul etmek, hatta onlara tamamen itaat etmek zorundayız. Kuralları onlar koyuyorlar, bizim yerimize düşünüyorlar, bizse onlara itaat ederek huzura kavuşabiliriz. Böyle bir şeyin olması başta, usuma, kendime, soyuma sopuma ihanet olmaz mı? Bu itaati benden nasıl bekleyebilirler.  Normlar, kurallar değişebilir, değişmelidir, ancak birilerine inanmak, aramızda geçenin yalnız bir şeyleşme olması ne denli acı. Ama ne yazık ki bundan kurtulmak için de özgür istence sahip insan yetiştirmekte pek mümkün değil.

Kültürel etmenlerin değişmesinden ziyade, ahlaksal, adı ahlaksal örüntülerin bizlere dayatılması, kimliği belirsiz törelerle aramızda bir bağ oluşturmak, hem psikolojik, hem de insani bir tavır olmamalıdır.

Laiklik daha önce de belirttiğim gibi, yalnız din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması değildir. Laiklik ve demokrasi handiyse kardeş gibidir. Halkın özgür olması, yönetimi eleştirmesi özgür istençle bağlantılıdır. Din adamları ve hükümdar sizin yerinize konuşuyorsa, vatandaş olmanız ya da oy kullanmanız modern anlamda hak edilen rejim mi?

Laiklik: Din ve devlet işlerinin ayrılması; bu cümlede söz konusu olan din, din adamlarının egemenliğinin de vatandaşa verilmesidir. Neden anlamazlık hâlâ! Hatta dine bağlı olan imparatorun devlet hakkının halka verilmesidir. O nedenle Cumhuriyet’in getirdiği haklar kimseye teslim edilemez, bizim için devlet işlerini yönetenler bizlerin birer büyüğü değildir. Bizlere hizmetle yükümlüdürler, bizlerle eşittirler. Yoksa Rusya’da olduğu gibi benim yerime birileri düşünmeye başlar. Benim yerime kimse düşünemez, düşünmek bize Tanrı’nın verdiği en güzel özelliktir.