İnsanlarla
ilişkilerimiz genelde bildiğimiz nesneler, şeyler çerçevesinde gelişir. Yani en
temelden baktığımızda, her şeyi bildiğimizde mutlu oluruz karşılıklı
ilişkilerde. Fakat insanın kendisini hesaba kattığımızda, bir yerlere
gelebilmesi için pek çok şeyinde üstesinden gelebilmesi gerekir. Daha önce de
birkaç kere bahsettiğim gibi iki şey arasında gerili bir unsur vardır, bu
nedense, bizi aptal biri haline de
getirebilir. Son zamanlarda özneden bahsederken, danışılan Freud dışında bir
kişi var Lacan: “Lacancı öznenin en
önemli özelliği, hem birleştiren hem bölen bir sistem olan dile dahil olmasıyla
birlikte öznenin yabancılaşmasıdır. ... Özne, söylem içinde kendini yanlış
tanıyarak tanır. `Ben` ancak ötekinin söylemi içinde –ve söylem olarak
Öteki'de- tanındığı zaman varolur ve onuda kendi ben olma hali içinde yansıtır.”
İşte buna göre kendi halimize ulaşmak epey zordur. Toplumsal etmenler,
başkalarının üzerimizdeki baskıları bizi nerelere gönderir. Çok zekilerimiz
bile nasibini alır bundan. Ama bu dil üzerine kurulu mudur, yani yaşamak?
Çok zamandır
internette dolaşan dengesiz ve bundan bin yıl öncesine ait fikirleri bizlere
dayatmaya çalışan bir kitle var. Bugün vardı, yarında olacak, yani aramızdaki bağ bir kendimizde olan bağ
değil de, onların söylediği, yazdığı, bize, bugüne kalan bağla ilintili. Yani
biz nasıl bir şeysek onların dediği
gibi olmak zorundayız. Dille ilgili bir sorunsalı düşünmek, yaşantımızla
ilintili her şeyi kabul etmek, hatta onlara tamamen itaat etmek zorundayız.
Kuralları onlar koyuyorlar, bizim yerimize düşünüyorlar, bizse onlara itaat
ederek huzura kavuşabiliriz. Böyle bir şeyin olması başta, usuma, kendime,
soyuma sopuma ihanet olmaz mı? Bu itaati benden nasıl bekleyebilirler. Normlar, kurallar değişebilir, değişmelidir,
ancak birilerine inanmak, aramızda geçenin yalnız bir şeyleşme olması ne denli acı. Ama ne yazık ki bundan kurtulmak için
de özgür istence sahip insan
yetiştirmekte pek mümkün değil.
Kültürel
etmenlerin değişmesinden ziyade, ahlaksal, adı ahlaksal örüntülerin bizlere
dayatılması, kimliği belirsiz törelerle aramızda bir bağ oluşturmak, hem
psikolojik, hem de insani bir tavır olmamalıdır.
Laiklik daha
önce de belirttiğim gibi, yalnız din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması
değildir. Laiklik ve demokrasi handiyse kardeş gibidir. Halkın özgür olması,
yönetimi eleştirmesi özgür istençle bağlantılıdır. Din adamları ve hükümdar
sizin yerinize konuşuyorsa, vatandaş olmanız ya da oy kullanmanız modern
anlamda hak edilen rejim mi?
Laiklik: Din
ve devlet işlerinin ayrılması; bu cümlede söz konusu olan din, din adamlarının
egemenliğinin de vatandaşa verilmesidir. Neden anlamazlık hâlâ! Hatta dine
bağlı olan imparatorun devlet hakkının halka verilmesidir. O nedenle
Cumhuriyet’in getirdiği haklar kimseye teslim edilemez, bizim için devlet
işlerini yönetenler bizlerin birer büyüğü değildir. Bizlere hizmetle
yükümlüdürler, bizlerle eşittirler. Yoksa Rusya’da olduğu gibi benim yerime
birileri düşünmeye başlar. Benim yerime kimse düşünemez, düşünmek bize
Tanrı’nın verdiği en güzel özelliktir.